DÜZMECE ARAP TEHLİKESİ

ABONE OL

İSRAİL GÜNLÜĞÜ -2   DÜZMECE ARAP TEHLİKESİ   Yazan Mustafa DÖNMEZ Moşe Şaret'in 1953 Ocak ayından 1957 Kasım ayına dek tuttuğu günlük, İsrail'in ilk Dışişleri Bakanı olarak sürdürdüğü siyasi faaliyetlerin son yıllarını ve Ben Gurion'un yerine başbakan olarak geçtiği iki yılı kapsamaktadır. Siyasetten çekilmesini izleyen ve siyasi faaliyetten menedildiği ilk 15 aylık dönemi de içine almaktadır. 8 bölümlük 2400 sayfadan oluşan günlük, Şaret'in gelişen olayları yazdığı notlardan meydana gelmiştir. Kişisel, ailevi, partiye ilişkin olaylar, ulusal veya uluslararası önemli toplantılar, eşiyle ve diğer aile fertleriyle konuşmaları, hükümetine ilişkin yönetsel sorunlardan, kabine toplantılarının yorumuna dek birçok konu günlükte yer almaktadır. Günlüğün böylesine özel bir niteliğe sahip oluşu ve Şaret'in üstün yazarlık yeteneği, yazıların inanılırlığı konusunda nadiren görülebilecek bir güvence yaratmaktadır. Devam ediyor; ‘Israil toplumunda kuşatılma duygusunun yaratılması, düzmece Arap tehlikesi mitinin tamamlanması açısından zorunluydu. Bu iki öğenin birbirlerini karşılıklı etkileyerek kızıştırması amaçlanmıştı. İdeolojik açıdan homojen bir topluluk olan İsrail toplumu, Asya ve Kuzey Afrika'dan gelen kitle göçleri sonucunda sosyal ve kültürel farklılaşma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti. Ancak, toplumda, kuşatılma duygusu ile yaratılmaya çalışılan dayanışma ortamı hiç de savunma amaçlı bir bütünleşmeye yönelik değildi. Toplumun uygulanan politikayı tümüyle desteklemesi zorunluydu. Çünkü bu politika, bugüne kadar toplumu bütünleyen ve aynı zamanda yaşama gücünü sağlayan geleneksel ahlaki değerlerden, tümüyle vazgeçmek anlamına geliyordu. Aslında sözü geçen ahlaki anlayışa geçmişte de saygı gösterilmiş değildi. Saldırganlık ve terörizm’’ ‘’1948'de Dveima adlı Filistin köyünün ele geçirilmesi savaşında yapılanlara tanıklık eden bir askerin aşağıda anlattıkları, kanıtlar zincirinin yalnızca bir tanesidir: 80-100 kadar erkek, kadın ve çocuk öldürülmüştü. Çocukları kafalarına sopalarla vurarak öldürüyorlardı. Her evden en az bir kişinin canına kıyılmıştı. Köylerde erkek ve kadınlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatılıyorlardı. Sonra da sabotajcılar gelip evleri havaya uçuruyordu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istediği bir evin içine 2 kadın kapatmasını söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadının ırzına geçtiğini anlattı. Yeni doğmuş bir çocuğu olan Arap kadınına birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadın ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam ' diye nitelenen iyi yetiştirilmiş, iyi bir eğitim görmüş kumandanlar, aşağılık katiller haline gelmişti. Hem de gelişen korkunç olayların içinde ister istemez bu duruma düşmüş değillerdi. Aksine soykırımı ve yok etme metotlarını bilinçlice kullanıyorlardı. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalırsa, o kadar iyiydi ... " Buna karşın okul kitapları antolojiler, tarih kitapları ve iletişim araçlarında savaşın ahlaki niteliği, ordu tarafından kullanılan "silahların saflığı" ve devletin dayandığı Yahudi ahlakı yüceltilmekteydi.’’ Şaret’in 50'li yıllarda gözlemeye başladığı bu sürecin sona eriş noktası; Menahem Begin'in başbakanlığa seçildiği 1977 yılıdır. Şaret'in Siyonist bakış açısı Ben Gurion ve yandaşlarının terör stratejisine alternatif olarak bir politik diplomatik strateji geliştirmişti. O, Filistin’deki Yahudi devletinin güçlendirilmesi gerektiğini ve belki ilerde büyük sorunlar çıkmaksızın komşu Arap devletleri aleyhine genişlemek olanağı bulunabileceğini zannediyordu. Şaret batıyı rahatsız etmeksizin amaçlarına ulaşabileceğine inanıyordu. Hatta Şaret, İsrail planlarının batınınkilerle uyumlulaştırılabileceğine dahi inanıyordu. İsrail' in güvenliği doktrininin altında yatan faşizan mantığı ve bu mantığın ülke içinde giderek daha fazla ahlak zayıflığına yol açtığını, bölgesel düzeyde ise giderek daha fazla kaba kuvvet kullanılmasına neden olduğunu görüyordu. Bundan dolayı sözü edilen mantığa karşı çıkan Şaret, aynı zamanda onun en ünlü kurbanlarından birisi olmuştur. Ancak yenilgisi kaçınılmazdı, çünkü izlenen stratejiye temelden bir eleştiri getirmiyordu. Karşı çıkışı amaca yönelik olmaktan çok, yöntemlere ilişkindi. Eleştirileri genellikle o eylemin arkasında yatan mantığa değil de daha ziyade gerçekleştirilen bir askeri eylemde ölenlerin fazlalığına değin oluyordu. Kaybetmediği Siyonist’çe inançları dolayısıyla, bu stratejiden korkuyor olmasına rağmen ondan etkilenmekte devam ediyordu. Aynı şekilde, Siyonist stratejinin gündelik başarılarını akla yakın buluyor olmasına rağmen bu stratejinin uzun dönemde yaratacağı sonuçları ve uluslararası tepkileri Siyonizm ve İsrail açısından sakıncalı görüyordu. Şaret'in rahatsız edici varlığından kurtulmak için, İsrailli siyasi askeri önderlerin caniyane ve çılgınca planlarıyla uzlaşmayacağı kabul edildi. Şaret için zor günler başladı… 11 Ekim 1953 'de günlüğüne Devlet Bakanı Ben Zui'ye rastladığını yazıyordu: "Ben Zui beni her zaman olduğu gibi coşkuyla anlamsız bir soru yağmuruna tuttu. Sina çölünü işgal etme şansımız var mı, Mısırlılar, geri püskürtülüp çölü işgal ederek cevaplandıracağımız bir saldırıya geçse, doğrusu harika olur, gibisinden bir dizi anlamsız söz. Ona, Mısırlıların uluslararası bir provokasyon yoluyla, böyle bir işgali gerçekleştirmemizi sağlamaya yönelik en ufak bir eğilim bile göstermediğini söylediğimde, büyük hayal kırıklığına uğradı.’’ Birleşmiş Milletler gözlemcisi Danimarkalı General Wagen Benike ye göre "İsrailliler hep Arap topraklan üstünde iş gördüler ve hala da sürdürmekteler. Biz, (İsrailliler) bölgeyi stratejik olarak değiştirdik. Şaret bu durumu şöyle yorumluyor: "Bütün bunlar utanmazca işler. Birçok kez, hiçbir Arap ülkesine dokunulmaması konusunda uyarıda bulundum ve bana her seferinde bu konuda güvence verdiler. Ancak Benike, Arap ülkelerinde iş çevirdiğimiz konusunda kanıtlara sahip olduğunu söyleyince, ". Amir 'i (Su işleri bölümü başkanı) tekrar sorguya çektim. Bu kez ‘gerçekleri söylemek zorunda kaldı. Böylece bütün dünyanın gözünde bir yalancı durumuna düştüm!" "Gelen ilk haberlere göre bir köyde otuz ev tahrip edildi. Bu misilleme eylemi şimdiye kadarkilerden en şiddetlisi ve en büyük boyutlusu. Odanın içinde çaresizce bir aşağı bir yukarı gidip geldim. Aciz kalmak duygusu beni korkunç bir şekilde sarstı. Eyleme karşı çıkarken, böyle bir kan gölünü pek uzakta görmediğimi belirtmeliyim. Ben geçmişte rutin hale gelen eylemlerden birini protesto ettiğimi düşünüyordum. Böyle bir eylemin, uzun vadede de olsa gerçekleşebileceğini düşünseydim, buna karşı yeri göğü harekete geçirirdim. " "Şu anda ordu, bizim (Dış işleri Bakanlığı) olayı ne şekilde açıklayacağımızı bilmek istiyor. Dışişleri Bakanlığı görevlileri ve ordu arasındaki ortak toplantıda Shmull Bandor, ordunun operasyona katılmadığını söylememizi önerdi. Bandor 'a göre, geçmişteki olaylar nedeniyle Öfke ve intikam duyguları içinde olan sınır köyleri sakinlerinin eylemi kendi başlarına gerçekleştirdiklerini söyleyebilirmişiz. Böyle bir açıklama bizi sadece gülünç yapacaktır. Bir çocuk bile eylemin askeri bir operasyon olduğunu bilir. " Şaret'e göre orduyu suçlamak da doğru değildi. Karar siyasi düzeyde alındığına göre, suçu ordunun üstüne atmanın ne anlamı vardı. Bu noktada bir başka önemli ayrıntı da ortaya çıkmaktadır. Hiçbir şey, İsrail sınır halkının güvenliğini Kibya katliamını ordunun üstüne yıkmaktan daha fazla tehlikeye düşüremez…