İçimizdeki Amerika?
Bizler 15 Temmuz 2016 saldırısından sonra 'ABD'nin maskesi düştü..' falan derken?...
Özel Haber; Sabri Öğe/Ülke Postası
Bizler 15 Temmuz 2016 saldırısından sonra “ABD’nin maskesi düştü..” falan derken, belki onun kendi kendine bir miktar suçlanacağını yahut bir mahcubiyet içerisinde bir takım mazeretler üreteceğini, daha da önemlisi kendisine biraz çeki düzen vereceğini sanmıştık. Biz böyle umarken çok geçmedi, tam aksine yüzündeki maskeyi kendi elleriyle büsbütün sıyırıp, en küçük bir hayâ kırıntısı, hiçbir utanma belirtisi göstermeksizin kirli yüzünü bütün iğrençliği ile ortaya koydu.
Suriye sınırımızdan bahsediyorum. Baştan itibaren Türkiye’yi geri zekâlı yerine koyarak, ya da “aman canım, ne düşünürlerse düşünsünler, ellerinden bir şey gelmez nasıl olsa” aklıyla PKK/PYD muhabbetini kâh şöyle kâh böyle güya kamufle ederek Türkiye’nin sözlü itirazından başka hiçbir müdahalesine maruz kalmadan binlerce tır, yüzlerce uçak dolusu silahla bu terör örgütünü eğitip donattıktan sonra, köprüyü kazasız belasız salimen geçmiş oldukları inancıyla artık saklamaya gizlemeye gerek duymaksızın devletimize dönüp “Evet, ne diyordun? PKK/PYD mi demiştin? İyi bildin, 30 bin kişilik orduyu kurdum, sınırına dayıyorum, hadi buyur…” dedi.
Amerikalılar güçlerine çok güvendiklerinden, bir de kendilerini herkesten daha akıllı sandıklarından olaylara sadece kendi taraflarından mekanik bir gözle bakarak karar veriyorlar. O bakımdan bu meselede de, orada şu kadar PKK/PYD’liyi eğitip şu kadar silahla donatıp Türkiye’nin sınırına dayayınca işin bitmiş olacağını, Türkiye’nin bu güçle savaşmayı göze alamayacağını, ilaveten de bunu Tayyip Erdoğan’ın meselesi olarak düşünmüşlerdir. Hâlbuki İngilizler gibi olaya her iki taraftan yani bir de Türkiye tarafından bakmasını bilmiş olsalardı, Türkiye’nin bu oluşuma asla müsaade edemeyeceğini, mutlaka etkin bir biçimde müdahale edeceğini hesap edebilirlerdi. Bunu yapmadıkları için, Türkiye’nin Afrin’e kararlı müdahalesi ve ondan da ziyade ABD varlığına rağmen Mümbiç’e ve boydan boya Irak sınırına kadar olan bölgeyi Terör Örgütünden temizleyeceğini aynı kararlılıkla ve topyekûn milletin ayağa kalkarak destek vermesiyle deklere edince şaşırıp kaldılar. Şaşırıp kalmış olmalarını, gayelerinden ve mel’un planlarından vazgeçecekleri anlamında söylüyor değilim. Vazgeçmek istemeyeceklerdir, çünkü bu planları bölgede bulunmalarının ana gayesinin gereğidir.
Nedir ana gayeleri?
Bir hareketin/ harekâtın genel olarak birden çok hedefi bulunmakla beraber, bir ana hedefi vardır. ABD’nin burada İslam’a karşı savaş, bölgenin enerji kaynaklarına hükmetme, bölgede Rus ve İran etkinliğini sınırlama, “kontrol dışına çıkan” Türkiye’nin tedip edilmesi gibi gayeleri olmakla beraber, hiç değişmeyen ana hedefi İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve bundan da öte Siyonist emellerinin önünün açılmasıdır. Bunun için düşünülen plan, İsrail’in çevresini karıştırarak darmadağın etmek, İsrail karşıtı hiçbir potansiyelin olmayacağı, tam aksine İsrail’e destek potansiyeli taşıyacak çoklu yeni bir siyasi yapı oluşturmaktır. Bu yapının en önemli mutasavver unsuru, kuzeyde oluşturulacak bir PKK/PYD devletçiğidir. Esasında ABD bu gün için bu planında başarılı olsa dahi, böyle alt yapısı olmayan, sadece ABD’nin bilek gücüne dayanarak kurulacak bir oluşumun uzun ömürlü olması pek de mümkün değildir. Ancak böyle bir oluşumun, başta ülkemiz olmak üzere bütün bölgeye büyük rahatsızlık verme potansiyeline sahip olacağı şüphesizdir.
Afrin harekâtı, sadece Türk Ordusu’nun değil, ABD’nin pervasız ve söz dinlemez düşmanlığına karşı Türk Milleti’nin topyekûn kıyamının başlangıç hamlesidir. Türkiye, olayı “bıçağın kemiğe dayanmış” olduğu algısıyla, başlatılan harekâtın bir tercih değil bir zorunluluk olduğu inancıyla girdiği bu yoldan geri dönüş yapmasının söz konusu olamayacağını en yetkili ağızdan, en yüksek tonda defalarca deklere etmiştir. Önümüzdeki zamanlarda milletimizi ABD’ye karşı çok çetin bir mücadele bekliyor. İnanıyorum ki Rabb’ımız İslam’ın son ordusunu yalnız bırakmayacaktır.
Dışarıdaki Amerika’dan başka, bir de içerimizde onlara uşaklık ya da kölelikle bağlı olan Amerikalılarımız bulunuyor. Bunlar her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseler de, isimleri Türkçe ve Türkçe konuşuyor olsalar da, Türk milletinin maddi-manevi bütün değerlerine, dostlarına karşı derin bir kin ve nefretle düşmanlık ediyorlar; milletimizin, devletimizin düşmanlarına karşı ise derin bir muhabbet duyarak, kendi ülkelerine karşı düşmanlıkta onlarla işbirliği yapmaktan hiç fütur etmiyorlar. Bunlar dinimize, dilimize, bayrağımıza, ezanımıza, camilerimize, milli marşımıza, ordumuza, şehit ve gazilerimize, bağımsızlığımıza, ekonomimize, tarihimize, edebiyatımıza velhasıl bizim olan her şeye düşmandırlar. PKK/PYD’ye, FETO’ya, katil Esed’e, Siyonist’e, Ermeni’ye, Alman’a, Yunan’a taraftırlar. Bunlar ABD’nin FETO’yu kullanarak tutsak ettiği Kemal Kılıçdaroğlu’nun himayesiyle CHP’nin içine, bir kısmı çeşitli meslek kuruluşlarına, üniversitelerimize, medya kuruluşlarına yerleşmiş olup, sövüp saydıkları milletimizin sırtından refah içinde yaşıyorlar, efendilerine hizmette kusur etmiyorlar.
“Devlet katil değil, seri katildir, soykırımcıdır, inandığınız Allah’ınız sizin belanızı versin”. Bu sözün Canan Kaftancıoğlu adındaki sahibi, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin İstanbul il başkanlığına getirdiği kadındır.
Sözde ÖSO’na, aslında Mehmetçiğe yönelik “çapulcu, it sürürsü” ve “Türkiye İran’la savaşa girerse ben İran’dan taraf olurum” sözünün sahibi, Kılıçdaroğlu’nun önce milletvekili, bilahare parti meclisi üyesi yaptığı Eren Erdem adındaki yaratıktır.
“Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, benim yurdumun üstünde inlemesin”, “Hayatımda ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ lafından tiksindiğim kadar hiç bir şeyden tiksinmedim”, “Bu gün Suriye’ye savaş açsak banko Esad’ı tutarım”, “Camiyi basıp beni ezanla uykumdan uyandıran imamı keseyim mi?”, “Bizzat Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu ‘HDP’nin barajı aşmasını isteriz’ derken, benim HDP’ye oy vermem mi sorun oluyor?” şeklindeki sözlerin sahibi de, gene Kemal Efendi’nin parti meclisine aldığı Saliha Sera Kadıgil namındaki hatundur.
“Özgür Suriye Ordusu bir beladır” diyen Öztürk Yılmaz da, Mehmetçik ve PKK’yı kastederek “Her iki taraftan da şehitlerimiz var” diyen İzmir Milletvekili Hülya Güven de, “HDP’nin barajı aşmasına karşılık şükür pilavı dağıttık” diyen Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan da, terörist cenazelerinin kadrolu sahibi Sezgin Tanrıkulu da, “PYD terör örgütü değildir” dedikten sonra ikinci en çok oyu alarak CHP Parti Meclisine giren Selin Sayek Böke de Kılıçdaroğlu’nun gözdelerindendir.
FETÖ’cü oldukları için üniversiteden kovulan Prof. Yüksel Taşkın, Alper Keten, Ahmet Caner Yenidünya, Kılıçdaroğlu’nun bilim kontenjanından Parti Meclisine aldığı isimlerdir.
Bütün bunlar, PKK’lı teröristler için “hendek kazan arkadaşlar”, “PYD vatanını korumak için kurulmuş bir örgüttür” diyen Bay Kılıçdaroğlu’na pek yakışıyor.
Öte yanda “insansever” TTB sözde barış diye feryat etti ya, hukuk camiasının fermanlısı Sabih Kanadoğlu geri kalır mı, o da hemen atıldı ve “bu ordu savaş kazanamaz” buyurdu. Ne zaman? Mehmetçik canıyla dişiyle savaşırken.
Bir TV kanalında izledim, 20 yıldır Alanya’da yaşayan bir Hollandalı, Mehmetçiğe kan vermek için koşup kan merkezine gelmiş. Üzerinde yaşadığı toprakların sahibine karşı bir vefa, doğal bir insani görev ifa etmek istemiş. Bu bizim mankurtlar nasıl “insanlar”ki, her şey bir yana ekmeğini en yağlısından yedikleri, suyunu içtikleri, havasını soludukları ülkelerine karşı böyle bir düşmanlık edebiliyorlar? 11 şehit verdiğimiz gün başkentin göbeğinde yapılan HDP kongresinde hainler alenen Afrin’deki PYD’li teröristlere tebrik ve destek mesajları gönderdiler.
Her gün ayrı bir türünü gördüğümüz ülkemizin bağrındaki bu hıyanetleri kanıksadık mı yoksa? Bunlar asla yenilir yutulur şeyler değildir. Dünyada hiçbir devlet/ülke bunlara rıza göstermez, düşmanlarını bağrında besleyip himaye etmez. Bir tarihte, ABD’de sohbet eden üç-beş kişiden birisinin biraz da şakayla “Amerika’yı sevmiyorum” sözü üzerine, kendisine ülkeyi terk etmesi için hatırladığım kadarıyla 24 yahut 48 saat süre tanındığının şahidiyim. Bizim devletimizin çarkları yeterince çalışmıyor, hainliklere karşı olması gereken refleksi gösteremiyor. Bu böyle gidemez. Sabrı tükenen milletimiz, devletinin gerçek devlet gibi olmasını bekliyor. Olmadığı takdirde bir gün içimizdeki Amerika’ya karşı da kıyam edecektir.
Özel Haber; Sabri Öğe/Ülke Postası