İKTİSADİ İSTİKRAR ve YENİDEN İSTİKLAL?

ABONE OL

19 Şubat 2001 tarihini hatırlıyor musunuz? Hatırlarsınız, hatırlarsınız, Hani olaylı MGK toplantısı... 

Özel Haber/Gündüz Demirhan/Ülke Postası

19 Şubat 2001 tarihini hatırlıyor musunuz?
Hatırlarsınız, hatırlarsınız...
Hani olaylı MGK toplantısı... 
Ecevit 15 dakika geç gelmişti toplantıya. Ahmet Necdet Sezer de, 'uçakla İzmir'den gelecek olan balıkların ızgarasına ve rakı sofrasına 15 dakika geç kalacağım' diye, sinirlenmişti.
Sonra, Ecevit konuşurken kekeleyince biraz daha kızmıştı da, "düzgün konuş" deyip, okuması için önüne Anayasa kitapçığı fırlatmıştı.

Nedense bu olaydan etkilenip, gecelik faizler yüzde 7 bin seviyelerine çıkmış ve ekonomik istikrar tepetaklak olmuştu.

Yeni nesil yaşamadı ve ilgisi olmayanlar ve okumayanlar da bilmez.
Sahiden böyle mi oldu?
Evet, hemen hemen aynen böyle ve hatta daha beteri oldu.

Önce, Başbakan Ecevit, Merve Kavakçı'nın TBMM'den "Yuuuhhh" sesleri arasındaki çıkışı gibi, sessiz bir yuhalama ile MGK toplantısından çıktı.
Sonra, yardımcı Hüsamettin, Cumhurbaşkanına o kitabı "nankör kedi" diyerek geri fırlattı. Bu ilkinden daha büyük bir fecaatti...

Kediler asla nankör değildir. Bunu bilelim.

O günleri, İMKB (şimdi BIST) üye temsilcisi ve SPK lisanslı biri olarak saniye saniye yaşadım. Sizi Hazine, Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığının “Para ve Vergi” politikalarındaki sıkıcı rakamlara boğmayacağım...
Ancak şu kadarı bilinsin ki ekonomi çok ama çok aşırı bir şekilde kırılgandı.

1997'de Uzakdoğu Krizi oluyor, borsamız düşüyordu.
1998'de Güney Amerika krizi oluyor, dolar yükseliyordu.
1999'da Rusya Krizi oluyor, yine biz zararlı çıkıyoduk.
Dünya küresel piyasalarında her ne olursa olsun, ABD ve AB karlı çıkıyor ve günah keçisi biz oluyorduk. Yani, anlaşılır bir durum değildi her şey aleyhimizeydi...

1999 Yılında IMF ile öyle bir stand-by anlaşması yapmıştık ki... Üfff ki üfff... Sadece yatak odasında ne yapacağımız eksik gibiydi. Hatta, “gıdada şu olacak, işçi-memur maaşları şu kadar olacak, verdiğimiz paranın şu kadarı da nüfus planlaması için kullanılacak” demelerinden belliydi ki, ona da karışmışlardı da, biz yine de erkekliğe “şey” sürmeyelim. “Karıştırmadık” diyelim. Aramızda kalsın. 
Erkeklik bizde kalsın...

İMF parayı vermişti sonunda... Para önce bankalara dağıtılmış ve oradan da tekrar geldiği yere 7 misli olarak dönmüştü. Soygunun tezgahı öyle sistematikti ki, hiç kimse bir şey anlamıyordu. 
Sadece, millet bir hortumlamadan haberdardı... Ama işte o hortumun öbür ucu neredeydi kimse göremiyordu.

21+3 bankaya el konuldu. Sakın hepsi battı sanmayın. Çoğu el konuldukduktan sonra hortumlandı ve içi boşaltıldı... Bunun birinci dereceden şahidlerindenim. 
Mesut Yılmaz ailesinin o dönem üç ay maaş bile ödeyemeyen Tekstilbank'ı ve sendikasyon kredilerini ödeyemeyen Aydın Doğan'ın Dışbank'ı en batık bankalardı... Ve tabii bunlara devlet elkoymadı.

Memur maaşlarının, toplanan deprem yardım parasından ödendiği günlerdi...
Hey gidi günler hey...

Kamu bankaları 2006 yılına kadar, yıllık ortalama 3 milyar dolar zarar yazıyordu. Şimdi yıllık ortalama 4 miyar dolar kar ediyorlar.

O vakit dünyanın öbür ucunda uçan yaprak ekonomiyi olumsuz etkiliyordu. Şimdi dünyaya meydan okuyoruz, dünya bize savaş açıyor ama borsamız yükseliyor, dolar düşüyor.

Dikkatle dinleyin ve bilin ki...
Dünyada hiç bir ekonomi, 28 çeyrek boyunca büyüme göstermemiştir.
Hiçbir balon, 28 çeyrek boyunca genişlemez.
Türkiye bunu başardı. Oranlara rekorlar ekleyerek başardı.

Tavşan ile kaplumbağanın yarışı vardır hani... Tavşan nasılsa beni geçemez diyerek ağacın altında uyurken, kaplumbağa yarışı kazanmıştır.

Taşı delen suyun gücü değil, dalgaların devamlılığıdır.
Başarı, İstikrara tabidir.

İstikbal, istiklale tabidir.

Gülmek için değil; düşünmek için önce bir fıkra...

2000'li yılların başlarındaki olumsuzlukların hepsi gerçekleşmiştir. Ülke ekonomik çok büyük bir ekonomik krizdedir.
Temel, Cemal ve İdris te, haliyle çok ciddi bir biçimde parasızlık çekmektedirler. 
Ne yapmak gerekirse yapmaya hazırlar...
Önce İdris fikrini söyler:
"Bir uçak kiralayalum. ABD'ye gidup, New York'u bombalayalum. Onlar da bize savaş açsun. Biz de atom bombası atilduktan sonraki Japonya gibi kalkinalum."
Cemal itiraz eder:
"Ula İdrus... Ne kadar da salaksun.
ABD konsolosluğunu bombalayalum. Onlar buraya gelip savaş açsunlar. 
Almanya gibu kalkinalum."
Temel kavuğunu çıkarır, ikisinin de yüzüne savurmaya başlar.
Sinirlenmiş, kızmıştır.
"Ula ikinuz da çok salaksunuz.
Ya savaşı kazanursak... Hepten fakir kaluruz..."

Yorumsuz...
Ama, bir zamanlar, bu mantıktan daha beter bir kompleksin kölesi olan bir toplum halindeydik.

Dünya, bilinen tüm zamanların en zengin günlerini yaşamaktadır. Tabii herkes değil. Toplam nüfusun yüzde 3'ü, tüm servetin yüzde 95'ini elinde tutmaktadır.

Bu nasıl oldu veya oluyor?
Kısa bir makro ekonomik gezinti...
ABD, her sene piyasaya trilyonlarca dolar sürmektedir.
Hazine, FED'e para ihtiyacını söyler. Para dijital olarak, misal veriyorum 10 milyar dolar olarak basılmış gibi sisteme girilir. Merkez bankasını oluşturan, hepsi küreselci malum kişilerin olan 5 büyük bankaya dağıtılır. Bunlar da bir sonraki 10 büyük bankaya sendikasyon kredisi açar. Yasal teminatlar tutularak aynı para tekrar piyasaya kredi olarak verilir ve 490 milyar dolar likidite sağlanmış olur.
Kocaman bir "HİÇ' bir devleti dünyanın karşı konulmaz (?!) gücü haline getirir.

Temel fıkrası şimdi anlam kazandı mı?

Şimdi, aynı konu ile ilgili bir başka detayın başlığı... Ayrıntıların önemi de yok zaten. Hikaye...

Kredi derecelendirme kuruluşları... Sahiplerinin de hemen hemen hepsi, ABD Merkez Bankasını oluşturan aileler... SP, Fithc, Moodys... Hepsi gücün koruyucu kılıcı görevindedir.

Sakın bana onlardan çok mu biliyorsun demeyin... Bildiğim kadarı yeter.

"Ekonomide her kuramın tam tersini savunan başka bir kuram daima vardır."
Bu sözü duyan Churchill itiraz eder. "Keynes varsa, üçüncü aykırı bir kuram daha vardır..." 
Yani, karma vahşi kapitalist sistem... Mevcut emperyalist düzen.

Dünya Ekonomik Özgürlük Platformu diye bir kurum vardır.
Bu kurum, her yıl, devletin faaliyet alanı genişliği, mülkiyet hukuku, güçlü para ve serbest ticaret gibi ilkelerle, ülkeler arası bir sıralama yapar...
İlk sıralar hiç değişmez. Hong Kong, Singapur, İsviçre, Yeni Zelanda...

Yanisi... Tavsiye edilen ülkeler bunlardır. Acımasız liberalizm. Mikro ülkeler... Sömürülürken hiç zorluk çıkarmayan ülkeler...

Türkiye 2002 yılında borçları ile gelirleri başabaş olan bir ülke idi. Yatırım ve hizmet bitmişti...

Bakın şunu hiç bir zaman unutmayalım. 2007 yılına kadar zerre de olsa ekonomik bağımsızlığımız olmadı.

Ecevit, ekonomist olarak ana kucağındaki bebe zekasında idi. Konuşturmayın beni ve detaya girmek istemiyorum. Örnek çok. Araştırın.

Mesut Yılmaz, zaten taaa Özal zamanında, babası tarafından şirketlerinin batmasını engellemek için işin başından uzaklaştırılıp, devlete kakalanmış bir geri zekalı kumarbazdı.

Bahçeli mi? O zamanlar, ekonomi gibi basit konulara kafa yormuyordu.

Bugün 16 yıl sonra borçlarımız 4 kat arttı.
Gelirlerimiz de, yani ürettiğimiz mal ve hizmetlerin toplamı da 9 kat arttı.
28 çeyrektir aralıksız büyüme gösteriyoruz.

Eksiklikler yok mu?
Elbette var.
Ama başkasının hatasından önce kendimizi düzeltsek. 
Önce kendimiz vergi kaçırmasak.
İmam kredi ile ev almasa...
Tarikata veya derneğe ya da vakfa bağış yapılmadan da, bazı belediyelerden ihale alınabilse...
Mesela...
Uluslararası organizasyonlardan ve istihbarat raporlarından uykuya zaman bulamayan bir Reis, film ve mtv gibi konulara müdahale zorunda kalmasa...
Ve devletin işgalcileri, çalıntı sorularla memurluk sınavıyla mertebe yapanlar, ahirete itibar edip işi ehline bıraksa... Belki de en önemli yönü bu...

İstikbal, istiklâle tabidir.
İstiklâl biziz.
Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizi değiştirmez.
Nasılsak öyle idare olunuruz.

Dua, kaderi değiştirir.
Selam, kardeşliği kuvvetlendirir.

Selam ve dua...

Özel Haber/Gündüz Demirhan/Ülke Postası