KATAR'I ANLAMADAN TÜRKİYEYİ, TÜRKİYEYİ ANLAMADAN KATAR'I ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

ABONE OL

ORGANİZATÖR KATAR   KATAR’I ANLAMADAN TÜRKİYEYİ, TÜRKİYEYİ ANLAMADAN KATAR’I ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.   Yazan Mustafa DÖNMEZ Günümüzdeki Katar Emîri, 25 Haziran 2013 tarihinden itibaren Tamim bin Hamad es-Sani'dir. Katar’ı, tek adam olarak yöneten saraylıyı anlamak için yaptıklarından bir seçki hazırlamak istedim. Çünkü görünüşü, konuşması farklı, sahada ve perde arkasında icraatları farklıdır. Şöyle ki; Suriye krizine kadar karmaşık ilişkilere sahipti. Amerikan müttefiki olarak Amerikan düşmanlarıyla çalışmak Katar'ın alamet-i farikasıydı. Katar, ABD'nin bölgedeki karakolu haline gelirken 2010'da İran’la savunma anlaşması imzalayacak kadar da esnekti. İran’a yakın durmanın sebeb-i hikmeti, iki ülkenin doğalgaz havzasını paylaşıyor olmasıdır. Katar emiri, ABD'nin düşman bellediği Beşşar el Esad'ın da dostuydu, tıpkı Tayyip Erdoğan gibi. İsrail'e ticaret ofisleri açtıran Katar beri tarafta Hamas'ı himaye etmek suretiyle Filistin'de, 2006'daki savaş sonrası yeniden imar sürecinde Hizbullah'a destek vererek Lübnan'da oyun kurucu olmaya çalıştı. Hem İsrail'in düşmanlarını hem de İsrailli liderleri finanse etti. Katar'ın dış politika serüveni Türkiye'nin 2000'lerdeki seyir defterini andırıyordu. Doğalgazdan aldığı ekonomik güç, ABD'nin 3 askeri üsle sunduğu güvenlik garantisi ve El Cezire kanalıyla elde ettiği nüfuz üstünlüğüyle diplomasi ciddi ivme kazandı. 2008'de Lübnan'da Hizbullah ile Gelecek Hareketi'nin uzlaşmasında, Fetih ile Hamas'ın masaya oturmasında, Darfur-Hartum ve Sudan-Çad arasındaki görüşmelerde ve Doha'da temsilcilik açan Taliban ve ABD'nin flörtünde üstlendiği arabuluculukla kendine etki alanları açtı. Başlangıçta Suudilerle birlikte Katar, Esad'ın reform çabalarına alkış tutarken, Türkiye gibi müdahaleden yana çark etti. 2011'den itibaren Libya ve Suriye'de muhalifleri silahlandırarak Arap isyanlarına müdahale etmek gibi boyunu aşan işlere kalkıştı. Bölgenin siyasi haritası değişirken İhvan'ın finansörü oldu. Peki neden? Katar Emiri’ni perde arkasında destekleyenler ABD, İngiltere ve İsrail’dir. Üçlü ittifakın kesişme noktası Katar’dır. Katar’ın ev sahipliğinde, Türkiye, Rusya ve İran Dış işleri Bakanları Suriye'de barışı konu edinen Astana toplantıları kapsamında Suriye'nin geleceği konusunda üçlü formatta görüşme gerçekleştirilirken Suriye rejimi çöktü.Katar Suriye’de ilk olacak şekilde Büyükelçilik açacağını belirtti. Organizatör Katar’ın peşinde hareket eden Türkiye, Somali’ye dönüşmüş Suriye’nin kime hizmet edecek sorusunun cevabını kendine verdiğinde ülkeye ve bölgeye faydalı politikalara dönülebilecektir. HTŞ ilerlemeye devam etmesini Türkiye istiyor olsa da PKK ve türevleriyle anlaşma içine girmiş olması şok etkisi yaptı. HTŞ, İsrail’in Golan’ın tamamını işgal etmesine itiraz etmedi. İsrail işgallede yetinmeyip Suriye’nin birikimlerini vurdu. An itibari ile Suriye içte ve dışta savunmasız duruma düştü.SURİYE’Yİ KARIŞTIRANLAR GİZLİ İSTİHBARAT BELGELERİNDE DEŞİFRE OLDULAR WikiLeaks'in sızdırdığı gizli belgelere göre ABD, 2006'dan beri Suriye içindeki muhalif gruplar ile Londra merkezli ‘Barada TV'ye en az 6,3 milyon dolar yardım etti. Barada TV, eski ihvancılarla ilintili Adalet ve Kalkınma Hareketi tarafından Nisan 2009'da kuruldu. Belgeler yardımın Dışişleri'nin Ortadoğu Ortaklık Girişimi programı çerçevesinde Los Angeles merkezli ‘Demokrasi Konseyi’ üzerinden aktarıldığını gösteriyor. ABD Dışişleri Sözcüsü Edgar Vasquez, Suriye programına 7,5 milyon dolar ayrıldığını teyit ederken gizli yazışmalardan biri, 2005-1010 arasında 12 milyon dolarlık tahsisattan bahsediyor. (Bu konuda detaylı bilgi için: www.washingtonpost.com/world/us-secretly-backed-syrian-opposition-groups-cables-released-by-wikileaks-show/2011/04/I4/AF1p9hwD-story.html) TÜRKİYENİN AÇMAZI Menderes dönemindeki ilk Arap açılımının ters teptiği yerlerde bugün aynı senaryo devam ediyor. O gün Türkiye’nin politikası mezhepsel karakter aldıkça tökezlemişti. Suriye'de Lübnanlı Şii ziyaretçilerin kaçırılmasından Türkiye'yi sorumlu tutanların Beyrut'ta 16 Ağustos 2012'de iki Türk vatandaşı ile 9 Ağustos 2013'te Murat Ağca ve Murat Akpınar adlı pilotları rehine alması yanlış dış politikanın bedellerinden biriydi. Türkiye'nin Osmanlı sonrası Arap sokaklarına dönüp de rüzgarı tersten yediği ilk vakıa elbette ne Suriye'de silahlı grupları destekleyerek içine sürüklendiği bataklık ne de Lübnan'daki son rehine olaylarıydı. Ancak sorun AKP yönetiminin pro-aktif diye tanımladığı agresif ve taraflı dış politikayla Ortadoğu'ya dizayn vermeye heveslenirken bu konuda öncü olduğunu zannediyor olmasıdır. Halbuki önceki hükümetler döneminde de Ortadoğu'ya keskin dönüş yapmaya yeltenenler olmuştu. Türkiye'nin önceki dönüşleri daha ziyade Batı adınaydı, bu yüzden Truva atı gibi algılandı ve ters tepti. Türk hükümetinin İngilizlerin Süveyş hesaplarına alet olması ve Ortadoğu'yu Sovyetler'e kaptırmamak için Bağdat paktı içinde giriştiği macera nedeniyle Mısır'dan yediği zılgıtı bugün kimse hatırlamak istemez. 1951'de Rose el Yusuf dergisinin Türkiye Cumhurbaşkanı'nı ABD'nin "truva atı" olarak resmeden karikatürleri modern Türkiye'nin ilk Arap açılımının duvara tosladığının resmiydi. Bu öfkenin nedeni Britanya'nın 1936'da askeri üs bulundurma imtiyazı elde ettiği Süveyş'ten çıkmamak için ABD ve Fransa ile birlikte geliştirdiği Ortadoğu Savunma Paktı'nın dördüncü ayağında Türkiye'nin olmasıydı. Bu Demokrat Parti'nin (DP) Arap dünyasına açılma siyasetinin ilk sınavını verdiği yerdi. Süveyş Kanalı'ndaki sömürgeciyi çıkarmaya çalışan Araplar, Türkiye'yi İngilizlerin yedeğinde görünce öfkelenmişti. Rose el Yusuf işte o öfkeyi resmetmişti. Kral Faruk dörtlünün önerisini şiddetle reddetti. Türkiye'nin emperyal güçlerin yedeğindeki Arap açılımı kötü bir başlangıç yapmış oldu. Mısır'da tökezleyen Batılı güçler 1955'te lran, Türkiye ve Pakistan'a imzalattıkları Bağdat Paktı üzerinden Arap dünyasına vaziyet etmek isterken ittifakın eksik kalan Arap ayağını oluşturmak için Ürdün ve Lübnan'ı gözüne kestirmişti. Ortak Arap devleti kurma sevdalısı Cemal Abdünnasır'ın kontrolüne geçmiş olan Mısır'ın öfkesinden çekinen bu iki ülkeyi Bağdat Paktı'na girmeye razı etmek de yine Demokrat Parti iktidarına düşmüştü. Cumhurbaşkanı Celal Bayar 1958'de Lübnan ve Ürdün turu kapsamında ziyaret ettiği Doğu Kudüs'te 'Tükiye'nin sınırları buradan başlar" demişti. Bu açıdan DP ile AKP'nin Arap dünyasındaki serencamı; amaç, yöntem ve içerikler açısından paralellikler arz ediyordu.Yine Türkiye'nin 1958'de General Kasım'ın Kral Faysal'a yaptığı darbe sonrası Irak'a askeri müdahale planları ters tepmişti. Mısır-Suriye ortak devletine karşı kurulan Irak-Ürdün ortak devletini kutlamak için Başbakan Adnan Menderes o kadar hızlı davranmıştı ki birlik hükümetinin başkanı Nuri Sait Paşa bile bu aceleci tutumdan dolayı dost uyarısı yapmıştı.General Kasım'ın darbesi bu birliğe karşıydı. TÜRKİYE BUGÜN SURİYE GİBİ O GÜNDE LÜBNAN’A GİRMESİNE RAMAK KALMIŞTI. Yine 1958'de Lübnan Cumhurbaşkanı Kamil Sarnun'un daveti üzerine Türkiye'nin Lübnan'a müdahalesine ise ramak kalmıştı. Neyse ki bölgesel ve uluslararası dengeler buna müsaade etmedi ve Türkiye kendini fena halde uğraştıracak bir arı kovanından uzak kaldı. Gerçi Türkiye'nin Lübnan iç savaşında taraf olan ABD'ye İncirlik Üssü'nü açması unutulmadı.Bütün bunlar Menderes döneminin hatıraları. Kendisini siyaseten Menderes'le özdeşleştiren Erdoğan'la Türkiye ikinci Arap baharını yakalamış görünüyor. Lübnan bu yeni dönemde özel bir yer aldı. Çünkü Türkiye uzun bir dönem Lübnan'ı Suriye fotoğrafı içinde görmüştü. Suriye'de Lübnanlı 11 kişinin Türkiye'nin desteklediği Kuzey Fırtınası Tugayı tarafından kaçırılması ise Türkiye-Lübnan ilişkilerinde çok daha kırılgan bir dönemi başlattı. Lübnanlı rehinderin bırakılması için Ağustos 2012'de Lübnan'da iki Türk vatandaşının kaçırılması Türkiye'nin müdahaleci dış politikanın olası riskleri hakkında basit bir ipucuydu. Sonuç olarak Suriye'deki vekalet savaşı sadece Türk dış politikasını pek çok alanda başarısızlığa uğratmakla kalmayıp sıradan Türk vatandaşları için de kabuslar üretmeye başladı. Tarihin tekerrürü bu; Suriye ve Şam'ın nüfuz alanlarında Menderes'ten sonraki ikinci Arap açılımı da mezhepsel politikalarla tökezledi. Tehlikeli hatlarda dolaşmak, Türkiye'yi yönetemeyeceği risklerle yüz yüze bıraktı. Lübnanlıların el üstünde tuttuğu Feyruz, "Li Beyrut"u (Beyrut lçin) bütün Lübnan için seslendirmişti, bunu algılayamayıp hariçten gazel okuyanların ve Lübnan'ın mezhebi çatlakları üzerinden kendine kanal açmaya çalışanların başarı şansı dünde yoktu bugünde yoktur. HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) İsrail’e, İsrail HTŞ’e karşı sessiz. HTŞ lideri Golani israil üniforması ile ekran karşısına çıkıyor. Türkiye 40 yıllık bir mücadeleden, dökülen onbinlerce Mehmetçik kanından ve trilyon doları aşan bir maliyetten sonra tarihi bir hüsranın eşiğindedir. Ya yükselecek ya da kuşatılacaktır. Dikkat edilirse, Türkiye’nin Suriye’de desteklediği örgütler açıkladıkları geçici hükümette tek bir Türk bakan yoktur. Bölgede Türkmenlerin esamesi okunmuyor. Oysa Suriye’de tüm nufus sayımlarında Araplardan sonra ikinci sıradaydı. Önceki yazımda belirttiğim gibi Türkiye’nin komşularımızla ilgili politikaların tamamı Neocon Atlantikçilerin ve İsrailli aşırı sağcıların, fundamentalistlerin işine yaradı. Son nokta Irak Süleymaniye’den başlayıp Suriye’ye oradan İsrail’e uzanan ve Akdeniz’e açılan Davut Koridorlu hattı bugün plan düzleminden gerçekliğe dönüşmektedir. Terör örgütlü, devlet dışı aktörlü asıl stratejik koridor budur. Merkezinde de YPG/PKK terör örgütü yer almaktadır. Bu koridor bölgedeki olağanüstü enerji kaynaklarını, petrol ve doğalgaz boru hatlarını, ticaret rotalarını, Akdeniz’e çıkışı ve Akdeniz inisiyatifini içinde barındırmaktadır. Atatürk politikalarından ayrılmak Türkiye’yi her geçen gün yıkıma sürüklüyor.