TERÖRSÜZ TÜRKİYE
TERÖRSÜZ TÜRKİYE Taha Uğur Türkmen Kiriş Bugün değil çok öncelerde de Sayın Devlet Bahçeli’nin meclis grup toplantılarında yaptığı konuşmalar ülkenin en önemli gündemini belirleyen tarihi konuşmalar olmuştur. Çünkü Sayın Bahçeli, adı gibi devlet aklını, devlet tecrübesini, devlet reflekslerini yerinde ve zamanında hisseden ve kürsüden hem partisine hem milletine hissettiren bir liderdir... Bu konuda sayısız eleştiriler almakla birlikte devleti yönetenler için bir o kadar da dayanak ve bir güç kaynağı bir olmuştur. Aile yılı ilan edilen 2025, kimsenin beklemediği bir şekilde yine bir Devlet Bahçeli konuşmasıyla Terörsüz Türkiye konusuna çevrilmiş ve bu sene Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” konusuna kilitlenmesine sebep olmuştur. Şimdi ülkede ne kadar gündem maddesi olursa olsun ilk ve ana madde bu olmuştur... Bütün siyasi partiler bu konuya göre şekil almaya mecbur kalmıştır. Bütün iş dünyası bu konuya göre konum ve vaziyet almaya yönelmiştir. Ülkedeki bütün teşkilatlar, bütün STK’lar, bütün kanaat önderleri, medya vb. bu söylemin ne olduğunu ne olmadığını ne denildiğini ne denilmek istendiğini; içinin doldurulup doldurulamayacağını, yeni bir hüsran yaşanıp yaşanmayacağını hatta daha öte ve radikal çıkış olarak oyuna gelinip gelinmeyeceğini vb. sormaya sorgulamaya yorumlamaya başlamıştır. *** Ülkede ne seçimlerin ne zaman olacağı ne kimin seçilip seçilmeyeceği; öte yandan ekonominin gidişatı, vatandaşın bireysel beklentileri, sıkıntıları çözümleri meselesi hepsi ama hepsi bu ateş gibi gündem maddesinin yanında eriyip gitmiştir. Çünkü bu konu 40 yıldan beri ülkenin kanayan yarası olmuş, on binlerce vatan evladının canına, ülke kaynaklarının trilyonlarca lira zararına mal olmuş ama ne acıdır ki masallarda söylendiği gibi canını dişine takarak yapılan bunca mücadele sonunda bir arpa boyu yol alınamamıştır... Aksine “çözümlenemeyen sorun daha da katmerleşir” düsturundan yola çıkarak tarihin her döneminde beraber ve yan yana olmuş, aynı kıbleye dönmüş, kız alıp kız vermiş; tarihi bir, coğrafyası bir inancı bir aynı ülkenin evladı olarak birbirine can ciğer olan insanlar ne acıdır ki bir asır öncesine kadar kardeş iken bu yürek dağlayan süreçte yaşanan evlat acıları sebebiyle, bizim dinimizden olmayan tarihimizle alakası olmayan bu coğrafyanın insanı olmayan birilerinin dillendirdiği ayrıştırıcı sözlerin ve eylemlerin etkisiyle; sömürgeci milletlerin “artık bir araya gelinemez” diye el ovuşturacakları derecede birbirinden kopmaya başlamıştır. Hani bizde bir beylik söz vardır: “Dosta güven düşmana korku salmak.” Aynen bu şekilde, onların “geri dönülemez ve döndürülemez” süreç diye el ovuşturduğu ama birbirine din kardeşi olarak bakan milyonların yüreğinin kan ağladığı bu süreç sahiden bu defa terörsüz Türkiye'ye dönüşebilecek midir? *** İşte bu yazıda, bu temkinli ümide, bu endişeli sevince; bu gündemle birlikte tedirginliklerini dile getirenlerin tedirginliklerine dikkat çekerken bir taraftan da ülke içinde başlayan bu rüzgâra oranla dışarıda başlayan fırtınalar ve dünyada başlayan akıl almaz büyük çalkantılara da dikkat çekeceğiz. Bir de Türkiye’nin bu defa hiç olmadığı kadar bütün denklemlerde “köşe taşı” olma başarısını da altını çizerek belirteceğiz... Sayın Devlet Bahçeli, 22 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirdiği bu tarihi konuşmasında Türkiye’de yeniden çözüm sürecini başlatmıştır... Hatta bu sürecin TBMM’de çözümünün mümkün ve mecburi olduğunu belirtmiştir. Böyle bir çözüm sürecinde değil elini taşın altına koymak “gövdemizi koymaya varız” demiştir. Kesin ve kararlı bir hüküm cümlesiyle “Artık bu konu ülkenin gündeminden çıkartılsın” demiştir. Terörden ümitlenen veya ümitlendirilen vatandaşlara da “gelin bir olalım aramıza girmek isteyen bozguncuları da tarihin çöplüğüne gömelim” demiştir. Bu öneri siyasi platformda ve mecliste grubu olan partiler arasında anında gündeme alınmış ve sanki yıllardır birbirine küs olup da barışmak için can atan ama bir aracı bir arabulucu olmadığı için barışamayan kimseleri anımsatır halde kabul görmüştür. Hatta hemen bir müzakere heyeti oluşturulmuş ve terör örgütünün lideriyle görüşmeler bile başlatılmıştır. Öyle gözükmektedir ki bu süreç her iki taraf için de artık bu minvalde gidecek ve nihayete erdirilecektir. *** Bu süreci alkışlayanlar değil eleştirenlerin görüşleri de sosyal medyada ve televizyonlarda anında yer almaya başlamıştır. “Ateş düştüğü yeri yakar” atasözünden yola çıkarak “bunca insanı şehit edenlerle masaya mı oturacaksınız?” diye kahrolan “hakkımızı helal etmeyiz” diyen şahit ailelerinin bu haklı feryadına devletin nasıl bir yaklaşım sunacağını zaman gösterecektir. Bu sürece karar verenler umut edilir ki bu konuya da bir yaklaşım ve bir devlet aklı düşünmüşlerdir. Acısı olanın acısı tartışılmaz, tartışılamaz. Biz de “aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun” duası ile bu acıyı bu tartışmanın üstünde ve dışında tutmaya kendimizi mecbur hissediyoruz. *** Bu süreci sorgulayanların dile getirdikleri birkaç ana başlık vardır. Bunlardan bir tanesi terör örgütünün ülke içinde zaten bitme noktasına geldiğidir. Örgütün ana gövdesinin Suriye’deki guruba gittiği ve asıl orada büyük ve geleceğe dönük bir oluşuma katıldığıdır. Böyle bir durumda Türkiye içeride olmasa da az aşağıda daha güçlü bir terör yapılanmasının tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu örgütün İran yapılanması, Irak yapılanması, Suriye yapılanması olduğu sürece ve bu yapılanmalar aktif iken Türkiye’nin rahat bırakılması mümkün müdür? Bir diğeri, yıllardan beri çözülemeyen süreç bir kalemde bu kadar rahat nasıl çözüm sürecine girivermiştir? Burada uluslararası bir etkileşim, bir yönlendirme bir talep söz konusu değil midir? Bu konu birdenbire kendi iç dinamiklerimizle mi gündeme gelmiştir? Bir başka konu, Ortadoğu’da Irak’tan başlayıp Tunus’ta ve Libya’da o malum sihirli kelime olan demokratikleşmeyi (!) sağlayan küresel güçler Suriye’yi de dizayn ederken Türkiye’ye yönelik hiçbir adım atmayacaklar mıdır? Bu çevrede olan gelişmeler ülke için ciddi anlamda bir tehdit değil midir? Bu süreç, bu tehdidin ayak sesi değilse nedir? Daha ağır ve komplo teorisi olarak süreci sorgulayan kimileri de bu coğrafyayı dizayn etmeyi hedefleyen ve adım adım buna göre şartları oluşturan küresel güçlerin, nihayet konjonktür üzere gerekli prosedürleri oluşturarak ülkeyi bölüp parçalamaya dönük hamlelerine atıfta bulunmaktadır. “Silah bırakmak nasıl mümkün olur?”, “af çıkarsa kimler af olur?”, “iç siyasete süreç nasıl etki eder?”, “devlet ancak devletle anlaşma yapar, terör örgütüyle devlet nasıl masaya oturur?” “Barış yapma isteği yenilgiyi kabul edenin teklifidir, devlet bu teklif ile yenilgiyi kabul etmiş demek değil midir?”, “Kim bu süreçten ne kadar kârlı çıkar?” vb. gibi akla gelebilecek bir sürü soru detaydır... *** Bu süreçte dünyadaki gelişmeleri de görmek gerekir... Dünyanın gözü önünde Amerika’nın İsrail vesilesiyle Gazze’ye yönelik açık açık planları, Ukrayna’ya yönelik açık açık planları, Kanada’ya yönelik açık açık planları, Avrupa’ya yönelik açık açık planları, İran’a yönelik açık açık planları hep “dediğim dedik çaldığım düdük” mesabesinde emredici, baskılayıcı, tehdit edici ama büyük bir telaş içermekte değil midir? Dünya kamuoyu bu aşamada şu soruyu sormuyor mu? “Nedir bu telaş? Neyin telaşı var? Dünya’daki bunca ülkeye bunca oluşuma ve millete karşı bu kavgacı dil niçin?” Konunun uzmanı kimi yorumcuların ve ekonomistlerin görüşü Amerika ve belki de müttefikleri kendi açmazlarını, kendi tutuşmaya az kalan paçalarını kurtarmak için kendi dertlerine düşmüş durumdalardır. Avrupa’ya “seni ben mi koruyacağım ya vergi vereceksin ya seni korumaktan vazgeçeceğiz” duygu durumu nedir? Nihayet Avrupa Birliğinin de “yetti artık” der gibi “inceldiği yerden kopsun” der gibi bu reste rest çekerek 800 milyar dolarlık bir savunma bütçesi kararı almaya adım atması sürpriz değil midir? Beri tarafta Çin kendinden emin, kendine alabildiğince güvenen, Afrika’dan Avrupa’ya, Amerika’ya kadar her alanda iş gücüyle, ürünleriyle, teknolojisiyle yer etmiş ve “artık ben de süper gücüm” diye masaya oturmuş bir vaziyette değil midir? Kaç senedir Ukrayna ile hırpalanmayan çalışılan Rusya aldığı ekonomik kararlarla ve nükleer konudaki inanılmaz gücüyle dünyanın halen süper gücü olarak satrançta henüz ne hamleler yapacağı kestirilemeyen usta oyunculardan biri olarak durmuyor mu? Yani dünyada Ortadoğu üzerine oyun kurgulayan güçler, oyunlarını adım adım gerçekleştirmeye çalışırken dünyadaki yeni oyun kurucuların, oyuncu olarak sahaya çıkmasının şokuyla karşılaşmış durumdadır. Benzetmek gibi olmazsa avına yaklaşan bir aslanın bu esnada kendine yaklaşan kaplan, sırtlan, panter, kartal gibi güçlerin kendine özgü uğultusuyla dikkati dağılmış hatta sinirleri gerilmiş durumdadır... Tarih boyunca iki süper gücün dengelediği dünyada üçüncü bir süper güç meydana çıkması durumunda dünya savaşı söz konusu olmuştur. Bugün dünya, Amerika ve Rusya süper gücünün yanında yeni süper güç Çin’in sancılarını çekmektedir. Bu yeni denge zorlanması Amerika’nın da Rusya’nın da dünya üzerindeki planlarını yeniden gözden geçirmesine sebep olmuştur. Bu süreçte Avrupa Birliğini de asla unutmamak lazımdır. Avrupa Birliği olmadan da dünyada denge ve sükûnet sağlanamaz... Bu sebeple Ortadoğu için dünden plan yapanların bugün kendi derdine düştüğü bir süreç yaşanmaktadır. *** Beri taraftan Türkiye uzun süreli istikrarlı bir yönetim sayesinde ve iç politika haricinde dış politikada da uyguladığı “ben de varım” stratejisiyle bölgesindeki tüm ülkelerle aktif siyaset gütmeye başlamıştır... Riskler almış, süper güçlerle muhatap olmuş, arabuluculuk bile üstlenmiş bir eksen ülke konumuna gelmiştir... Bu tanımlama, bölgede artık Türkiye’nin razı olmadığı, Türkiye’ye sorulmadan; Türkiye’nin de katılmadığı hiçbir oluşumun gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı anlamına gelmektedir. Türkiye bu güce nasıl erişmiştir? Son çeyrek asırdır yaptığı sürdürülen istikrarlı bir yönetimle bölgesindeki iki süper güç ile kurduğu aktif politikalar ve ikili anlaşmalarla, içeride savunma sanayiindeki atılımlarla bu hale gelmiştir. Böylece bölgesinde hem kendisinden silah ve mühimmat tedarik etmeye başlayan dünyanın birçok ülkesi nezdinde dost olarak güvenilen düşman olarak ise çekinilen bir ülke konumuna yükselmiştir. *** İçeride dile getirilmeye çalışılan sığ muhalefetin argümanı ise enteresandır... Gerek iki üç sene öncesinden dünyayı kasıp kavuran pandemi sebebiyle, gerek küresel çete denilen ve sağlıktan gıdaya, hayvancılıktan dijital dünyaya kadar dünya insanlığına yönelik emperyalist şeytani uygulamalar sebebiyle ortaya çıkan en başta ekonomik krizler yüzünden yaşanan sıkıntıları yönetim sıkıntısı olarak değerlendirmektedir. Muhalefet bilerek bilmeyerek burada da ülke gündemini ve dünya gündemini ıska geçerken Türkiye’de Sayın Devlet Bahçeli’nin devlet aklıyla gündeme getirdiği Terörsüz Türkiye konusunu devlet, akıllıca bulup uygulamaya geçirmiştir. Böylece dünyanın süper güçlerinin kaotik ortamında kendi ülkesinde birlik ve beraberliği sağlayıp bölgedeki gelişmelerden en az zarar görerek ve belki de elindeki bölgesel gücü sayesinde ülkemiz ve bölgemiz üzerine kurgulanan uzun vadeli hesapları, bu değişen dünya dengelerini de fırsat bilerek bozup bir yeni Türkiye, güçlü Türkiye, bölgede barışın ve istikrarın teminatı Türkiye olmaya yönelmiştir. İşte bu süreçte terör örgütünü muhatap almış ve “biz hep beraber bir Türkiye olalım. Bu bölgede kardeşçe yaşayalım” mesajıyla güçlü devlet elini uzatmış ve şartsız görüşme sürecini başlatmıştır. *** Süreç henüz görüşme aşamasındadır... Dünya’da ise dengeler cambazların bile üzerinde durmakta zorlanacağı şekilde her an değişmekte her gün yeni bir rest yeni bir açıklama, yeni bir tehdit haykırılmaktadır... Dikkat edilirse bu süreçte kimsenin hedefine girmeyen, kimsenin tehdidiyle muhatap olmayan, herkesle temas halinde olup düne kadar kabul edilip edilmeme konusunda nazlanan Avrupa Birliğinin bugün “Türkiyesiz olmaz” demek durumuna geldiği bir Türkiye söz konusudur... Genel bir kuraldır... Bu topraklarda güçlü olunmadan kalınamaz... Bu topraklarda güçlü olana dokunulamaz... Bu anlamda bütün komplo teorileri düne kadar dünyanın iki süper gücü Amerika ve Rusya ve üzerine hesaplanmaktaydı... Bugün bu iki süper güç hem kendilerinin geleceği konusunda hem de yeni bir süper güç Çin’e karşı telaş içerisindedir... Tarihin ne garip cilvesidir ki içinde yaşadığımız coğrafya birlik olunduğunda huzur ve kardeşliğin tesis edildiği, ama ayrışma olduğunda herkesin kaybettiği bir geniş arenadır... Bu coğrafyada bugün bu gerçek üzerine yeni bir strateji belirlemiştir... Bu akıllıca başlayan ve hatta fırsattan istifade pişmiş ata su katacak olanların kendi derdine düştüğü bir sürecin bütün bölge insanına huzur ve kardeşlik getirmesi hepimizin en büyük temennisi olmalıdır... Bu bölgede kazanan hep beraber “biz” olursa bölgeye gerçek anlamda huzur gelecektir... *** Bu düşünce çerçevesinde tarihin binlerce seneden beri bizlere emanet ettiği, öğrettiği tevarüs ettiği “devlet ebet müddet” duygusuyla devletimizin alacağı kararın ülkemize milletimize ve devletimize hayırlara vesile olması dileğimizdir. Makalemize Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı tarihi konuşmadan bu süreçle ilgili sözlerini iktibas ederek son vereceğiz: Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 'terörsüz Türkiye' sürecinin baltalanmasına izin verilmeyeceğini vurgulayıp "Sultan Alparslan ve Selahaddin Eyyubi'nin torunları olarak el ele, gönül gönüle verecek Siyonistlerin bölgede yeni ameliyatlar yapmasına müsaade etmeyeceğiz" demiştir. “Bizler, özgürce üzerinde yaşadığımız toprakların bin yıllık evlatları, bin yıllık ev sahipleriyiz. Kimse buraları bize altın tepside sunmadı. Türkiye masa başında kurulmadı. Birilerinin ihsanı olarak vücut bulmadı. Biz bu toprakları kanlarımızla ve alın terimizle sulayarak kendimize vatan eyledik” demiştir. “Hadiseleri tribünden seyretme lüksüne sahip değiliz. Her türlü senaryoya karşı hazırlıklı olmak, bölgemizdeki olayları ülkemiz lehine olacak şekilde yönetmek ve yönlendirmek mecburiyetindeyiz. Bölgemizde olan gelişmeleri yakından izliyoruz. Her türlü senaryoya hazırlıklıyız” demiştir. “Bugün Terörsüz Türkiye hedefini tüm boyutlarıyla gerçekleştirme noktasında daha güçlü, daha kararlı, daha avantajlı bir konumdayız” demiştir. “40 yıldır milletimizin kanını, canını ve kaynaklarını sömüren bir beladan kalıcı ve kati olarak kurtulmaya hiç olmadığı kadar yakınız. Soykırım şebekesinin yeni haritalarla bölgemizi bölme niyetlerini ilan ettiği günlerde bizim de politikamızı buna göre belirlememiz icap ediyor. Sultan Alparslan ve Selahaddin Eyyubi'nin torunları olarak el ele, gönül gönüle verecek Siyonistlerin bölgede yeni ameliyatlar yapmasına müsaade etmeyeceğiz” demiştir. Allah devletimize güç kuvvet versin... Milletimize akıl fikir versin... Birlik ve beraberlik duygularımızı daim eylesin... Ülkemize ve bölgemize musallat olan şer güçlere de fırsat vermesin... Vesselam...