YARINLAR İÇİN DİRENENLER…
YARINLAR İÇİN DİRENENLER… Ağlamak yok, gülmek var Yazan Mustafa DÖNMEZ Birgün; Siyasal kimliğiniz, düşünceleriniz nedeniyle emniyet yetkililerince gözaltına alınabilirsiniz. Dava konusu örgütle bir ilginiz olması gerekmez, düşünceleriniz yeter. Topluma, kamuoyuna, sık sık benzeri operasyonlar yapılır. Muhalifleri, müesses düzene uyumsuz devrimcileri sindirmek için bu oyunları oynuyorlar. Eğer durum buysa evinize gelen polisler hukuki bir uygulama değil çete faaliyetidir. Bu gerçekleri karşısına çıkarıldığınız Savcıya anlatsanız, Savcılık bu hukuksuzluğu iddianame haline getirmiştir. Deseniz ki benim açımdan savcılık bu iddianameyi hazırlamakla tüm hukuku kimliğini yitirmiştir ve bu bundan dolayı iddianamede yok hükmündedir. Yaşanan keyfiliğe hukukilik kazandırmaya hizmet etmektedir. İş burada bitmiyor bu sanal iddiaları hazırlayan Savcılık iddiayı Mahkemeye taşır. Mahkeme yüzde 99 kabul eder. Hâkim karşısına çıkarsınız. Derseniz ki aynı şekilde böylesi bir iddianameyi kabul etmekle mahkemeniz de her türlü hukuki hükmünü kaybetmiştir. Mahkemenizi bir hukuk kurumu olarak görmüyorum ama mahkemenizi reddetmiyorum, iki sebeple. Öncelikle bir şey değişmez, zaman kaybı olur. İki heyetiniz değişse bile gelen heyette sizin gibi özel olacaktır. Ben kendi tecrübelerimden biliyorum ki bu tür başında özel ibaresi bulunan kurumlar genel hukuk kurallarını ve adaleti sağlamayı değil kendilerine verilen özel görevleri yerine getirirler. Ayrıca anayasalara kâğıt üstünde de olsa eşitlik ilkesi girdiğinden beri, özel mahkemelerin mahkeme vasfının yitirdiğini düşünüyorum. Burada açıklayacaklarım bir savunma değildir. Kendimi suç işlemiş olarak görmediğim için savunma yapmıyorum. Heyetinize bir şey anlatmak, ikna etmek amacım da yoktur. Sadece şahsıma karşı yapılan faşizan uygulamaları kamuoyuna teşhir etmek istiyorum. Bu iddianamenin hukuk dışı olduğunu söylemiştim. Bu iddianameyi aynı zamanda kişilik haklarıma bir saldırı olarak kabul ediyorum. Bundan dolayı, bu düzmece iddialara karşı savunma yapmayı, kendi kendime saygısızlık olarak görüyorum. Bu iddianamede benim tarafından gerçekleştiği iddia edilen konuşmaların hiçbirine itiraz etmiyorum, hepsini kabul ediyorum. Dosyaya dahil edilmem telefon görüşmelerim, birlikte yargılandığım buradaki insanlarla ilişkilerim, evimde ve bilgisayarımda gerek kendi yazdığım yazılar gerekse başka yazılı kaynaklar, kitap ve dergiler nedeniyledir. Son yazım, aylık askeri dergide çıkan; ‘Tam bağımsızlık’ başlıklı makaledir. (M.Kemal’in askerleriyiz diyen ve yargılanan teğmenlerin yaşadıkları, dünden bugüne neyin değişip değişmediğini düşündürüyor) Doğrudur, bunların hepsi bana aittir. Benim telefonlarım dinlenmiş ve bu dinlenmelerden bazıları dosyaya geçirilmiş. Bunun hukuk denen kavramla uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Burada şu konuşmada ne demek istiyorsunuz sorusunu hukuk adına soramazsınız. Bu tam engizisyon sorusudur. Bu telefon konuşmaların hepsi benimdir, devletin kriptolu telefonuyla konuşmuşum, hepsini kabul ediyorum. Burada söylediklerimden kim ne anlıyorsa anlamakta serbesttir. Bunlar konusunda ne burada ne bir soruya cevap verdim ne de tevil yoluna giderim. Tam olarak ne söylemişsem hepsinin arkasındayım. Siz ceza istiyorsunuz diye ağzımdan çıkanı geri alacak değilim. Kim istiyorsa bu tapeleri tepe tepe kullanabilir. Kim istiyorsa bunlardan dolayı istediği cürümü atfedebilir. Ben telefon kullanıyorum. Telefonda konuşmakta hiç çekinmedim bundan sonrada çekinmem. Hele bugünkü Türkiye de daha fazla konuşacağım. Telefon konuşmalarımda siyasi konular dahil açıklamaya, tartışmaya devam edeceğim. Tüm Türkiye'de dijital terör estiriliyor. Dijital verilerden bin değil binlerce örgüt yaratılabilirler. Sık sık basında gazeteciler, hem de anlı şanlı gazeteciler telefonda konuşmaktan korkar hale geldi. Artık telefonda konuşamıyoruz diyorlar. Benzeri şeyleri televizyonlarda da adlarının başında bir sürü unvan taşıyanlar tekrar ediyorlar. Bunları tüm toplumun bildiği, tanığı insanlar da söylüyor. Telefon dinleyenlerinde amacı zaten budur. Ben bu dijital istihbarat terörüne meydan okuyorum. Bu oto-sansür yaratmak içindir. Sansürden daha tehlikelidir. Herkesi kendi beynine kelepçe vurmaya zorlamaktadır. Burada örgüt çıkaranların kendisi örgüttür. Başka türlü bu mantığa varılamaz. Bu öyle bir mantıktır ki bu düzende hiç kimse hiç kimseye bir tas su vermez. Veriyorsa bir çıkarı beklentisi vardır. Bu düzenin hayır kurumları bile sadece hayır kurumu değildir. Emniyetin istihbarat birimleri kocaman dinleme aygıtları, özel mahkemeler umurumda değil, şimdiye kadar nasıl konuşuyorsam bundan sonrada telefonda konuşmaya devam edeceğim. Telefonda konuştuğum kişi kim olduğunu ve ne olduğunun hiçbir önemi yok. Bunlar mevcut yasalara göre takip altında olabilir veya direk kanunların suç saydığı fiil ve eylemler içinde olabilirler. Bu iddianamenin hukuk dışı olduğunu söylemiştim. Bundan dolayı, bu düzmece iddialara karşı savunma yapmayı, kendi kendime saygısızlık olarak görüyorum. Derseniz size verilecek hükümde şöyle bir gerekçe okunur, duyarsınız. ‘’Sanık kendisine yüklenen eylem ve fiilleri tevilli ikrar etmiştir.’’ Veya konuşmanıza şunu da eklerseniz. Özel adalet olmaz özel adalet her yerde zulmün araçları olarak kullanılmıştır. Zalimlerin zorbaların, haksızların korkakların, diktatörlerin arkasına saklandıkları kalkan olmuştur. Hepsi böyledir ve güçsüzleri ezmişlerdir. Dünya da böyledir. Yüzyıl önce bir ABD mahkemesi Sakko ve Vanzetti adlı iki işçiyi işçiyi idama gönderdi. Bizde Deniz Gezmişleri. Bütün dünyada kitaplaştırılmış anıları, yazdıkları mektupları halen okunmaktadır. Türkçeye de çevrilmiştir. Onlar anılırken cezayı veren mahkeme lanetlenmektedir. İdealistler, ezilen halk yığınları, onların yaşadıkları mekanları televizyonlar göstermez. Televizyonların gösterdikleri gökdelenlerin bankaların tekellerin Türkiye’sidir. 24 saat ışıl ışıldır. Eğlence zevk alemleri sabahlara kadar sürer. Bu pırıl pırıl yüksek binalar hemen yanı başında garibanlar oturur. Onların mekanları başlar televizyonlar göstermez ama Türkiye’nin ezici çoğunluğunu oluştururlar. Mülk ve servet dünyasının kahredici baskısını sömürüyü etlerinde kemiklerinde yaşayarak hissederler gibi sözlerle kurulu düzeni eleştirirseniz vay halinize. Konduğunuz delikten dışarıya çıkmanız imkânsız gibidir. Üstelik sizin telefon konuşmalarınızı tape haline getirenler konuşma metinlerini istediği gibi değiştirebilir. İtiraz ederseniz, yıllar sonra haklılığınız ortaya çıksa bile memur kendini şöyle savunur ‘sehven yazılmıştır’’ Beklersiniz böyle önemli bir konuda sehven yapanın ceza almasını. Nafile. Her şey kılıfına uydurulur. Hâkime durumu anlatıp bir şey yapmayacak mısınız? diye sorarsanız size şöyle diyecektir. ‘Suçun muhtariyetine’ Yani siz bu konuda dava açabilir şikâyette bulunmakta serbestsiniz. Davaları en önde can kulağıyla dinleyen, izleyen mübaşire bir gün sordum. Sen ne diyeceksin. Cevap hızlı, ‘Buraya düşmeyeceksin’ NUTUK OKUMAK SUÇ GÖRÜLMÜŞTÜR. Yukarıda ki sözleri söyleyen bir sanık vardı. Hatta bir savunmasında ‘Nutuk’u kendisine yastık’ yaptığını söylüyordu. İçeriye haksız yere düşmüş, hukuksuz bir şekilde hatta komplo kurularak yargılananları savunur gibiydi. Sonrası düzenle iş birliği. Yıllar geçmiş bizi yargılayanlar sanık olmuş mahkeme kurulmuş yargılanıyorlar. Duruşmaya katıldım aleyhlerinde ağır iddialarda bulundum. Üstelik bir hâkimi delil değiştirmekten diğerini suç üretmekten devletin resmî belgeleri üzerinden suçladım. Mahkeme başkanı sanık hakimlere sordu. ‘ne diyeceksiniz hakkınızdaki iddialara’ sanık mahkeme başkanı hâkim bunamış, deli ayağına yattı. (Ceza alınca firar etti) diğerinin verdiği cevap ‘ben bu kişiden korkuyorum hayati tehlikem vardır, ailemin korunmasını talep ediyorum’ dedi. Mahkeme başkanına tekrar sordum. Haklarında ki nesnel suçlamalara cevap vermiyorlar. Mahkeme başkanı rahatsız oldu. ‘sizi bir daha ikaz etmeyeceğim mahkemenin huzurunu bozmaktan duruşma dışına çıkarırım’ Yarınlar için direnenlere sözüm şu olsun, ’kurulu düzenin huzur ve sükûnunu bozmaktan’ potansiyel suçlusunuz. Yarınlar için direnmenin bedeli vardır. Durum budur. Ağlamayın. Ali Rıza Binboğa’nın ünlü şarkısı. Ne güzel umut aşılamış. Şaka gibi. Özgürlük ve barış tüm insanların Özlemi olacak yarınlarda Ağlamak yok, gülmek var. Düşmanlık yok, dostluk var. Tüm bu ağır şartlarda bile umudu ve gülmeyi unutmayalım. Mizah ve neşe siyasi illüzyonu bozar. Ahmet Telli diyor ki, İnsanlığın gelişimi sonsuzdur. Onlar ki dünyanın son umudu/ soyları tükenmeyen birer şahiniydiler/ Ne bir adresleri vardı onların/Ne de aşktan başka bir sığınakları vardı… Binlerce yıllık kadim tarihe sahip, eşsiz bir Milletin yarınlar için direnen çocuklarına selam olsun… Sonraki yazı: Devletin Subayına dere yataklarında pusu atan, komplo kuran istihbaratçılar ve kolluk şu an nerededir? Görevlerinin başında olabilirler mi?