Oku Atmak ---> (XVI)
“Ne yapacağım?” sorusunu soran bir insanın doğru cevapları verip, o uğurda hiçbir engelle karşılaşmadan, kolayca başarı elde edeceğini zannetmesi gerçekçi bir yaklaşım olarak kabul edilebilir mi? Tabiki, kabul edilemez. Onun için yeryüzünde Hz. Adem(as)’den beri iyilikle kötülük mücadele halindedir. İyiliklerin peşinde koşanların, ayaklarına prangalar vurulacak, önlerine setler çekilecek, tarihte olduğu gibi çeşitli iftira ve tehditlerle yollarından döndürülmek, davalarından vazgeçirilmek isteneceklerdir. Adaletin, salih amelin ve hakikatin bayraktarı olan müminleri bu tür hile ve yıldırma girişimleri elbette bir sonuç vermeyecektir. Birtakım dünyevi sebeplerle insanları sürekli kendi yörüngelerinde tutmak isteyen, onları kişisel hırslarını gerçekleştirmek için kullanmak isteyen art niyetli, kötülüğü adet edinmiş insanlar hep var olacak ve etraflarına az da olsa taraftar da bulacaklardır. Bunlarla hukuk çerçevesinde kanunlar yoluyla mücadele edilmeli ve toplumu böyle insanlara karşı bilgilendirecek her türlü imkân kullanılmalıdır. Çünkü toplumda fitne ve fesadın yayılması insanları hak yoldan sapması, cahilliğin ve kötülüğün yayılmasının ve topluma hakîm olmasının engellenmesi pasif durumdaki gerçek akıl, ilim ve idrak sahiplerinin omuzlarındaki ağır bir yük ve sorumluluktur.
Böyle ağır bir belayı insanların satın almaması için yapılması gereken hedefi doğru belirleyip gereken yere oku atmaktır. Bunu açacak olursa insan onuruna yakışır şekilde erdemin, ahlâkın ve iyiliğin bir neferi olmak, kötülüğe ve kötülük yapmak isteyenlerin karşısında durup, gerekirse onlarla mücadeleden ve savaştan çekinmemelidir. İradesini doğru kullanarak kötülükle yapılacak olan bu savaşta, elde edilecek başarı; bireyin aktif olmasını ve daha büyük toplumsal faydalar uğruna ne kadar çok insanın kendinden vazgeçebilmeyi göze aldığıyla yakından alâkalı bir konudur.
Belki de hayat boyu devam edecek olan bu inişli-çıkışlı süreç, basiret, cesaret, cömertlik ve fedakârlık gibi erdemlerin toplum içerisinde sergilenmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü, etliye sütlüye karışmadan bir hayat yaşamak asla bir kurtuluş reçetesi olarak görülemez ve kötülüğe karşı kimsenin kendini sorumlu hissedip onun ortadan kaldırılabilmesi için bir rol oynamadığı ve kötülükler karşısında kimsenin durmaya cesaret edemediği, nemelazımcı bir toplum günden güne çürümeye mahkumdur. Aynen bunun gibi de bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük aklının süzgecinden geçirmeden çoğunluğa uyması, kendini keşfetmeye zaman ayırmaması ve başına gelenlerin sebeplerini açıklamak için kadere sığınmasıdır.
Oysaki, insanın yapması gereken kadere taş atmak yerine; kendini doğru inşa etmesi ve olayların önünde savrulan bir yaprak gazeli olmadığını fark ederek, hayat serüvenindeki başına gelen olayları doğru yorumlamak için iradesini doğru istikamette kullanması ve zaman kaybetmeksizin harekete geçip yola koyulmasının sorumluluğunu derhal üzerine almasıdır. Çünkü sürekli hayattan ve insanlardan kaçılarak kendi kabuğu içinde insan yaşayamaz ve bin bir bahaneyle bugünü erteleyenlerin, elde edecekleri mutlu bir yarını olamaz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi nasıl bir toplum veya nasıl bir devlet sorusundan önce, sorulması gerekenin nasıl bir insan sorusu olduğunun etraflıca düşünülmesinin gerekliliğidir. Stoacılar daha önce insanın içinde aklî olanın yanı sıra akıldışı ve kontrolsüz dürtüler ya da duygulanımlar olduğunu ve erdemin de aslında bu duygularla mücadele olduğunu ve nefsin kontrol altına alınmasının önemi üzerinde durmuşlardır. Çünkü duygulanımlar ya da dürtüler çoğu kez akıl ve itidal ile zıttırlar, sadece sakinleştirilmeleri yeterli olmayabilir, ortadan kaldırılmaları da gerekebilir. Ne yapıp edip duygulanımlardan bağımsızlığa, ulaşılmalıdır. Duygulanımların aksine erdem ruhun aklî bünyesine dayanır.
Bunun ilk şartı, ne yapıp/ne yapmama konusunda doğru görüşlere sahip olmaktır. Dolayısıyla erdem bilgi olarak, zaaf yahut kötülük de cehalet olarak tanımlanır, duygulanımlar ise yanlış değer yargılarına bağlanır. Eflatun ise duygu ve akıl arasında daha itidalli bir düşünce ortaya koymuştur. Ona göre en yüksek “iyi; fikirler, idealler ve evreni anlamaya çalışan akıldan oluşan mutlak iyidir. Ölümlü beden ve ölümsüz ruhu tanımlamış; “iyi” bireyi bilgi, duygu ve arzu öğeleri uyum içerisinde çalışan, ruhunun hiçbir bileşeni diğerlerini çalışmaz hale getirmeye çalışmayan, her ruhsal bileşeni görevini tam olarak yapan kişi olarak ortaya koymuştur. Cahil insanla, okumuş insan arasında büyük farklar vardır. En önemli fark cahil insan diğerlerinde gördüğü kötülüğü beslerken, okumuş insan başkalarında gördüğü iyiliği beslemesidir.
Erdemli, bilge insan varsa yapılması gereken bir iş, taşınması gereken bir taş, kesilmesi gereken bir ot hiç çekinmeden bunları yapar, gerekirse bu uğurda bedel ödemekten çekinmez hemen aksiyona geçer ve kılı kırk yararak belirlediği hedeflere ulaşmak için hiçbir şeyden çekinmez ve hiç kimseden korkmaz. Eflatun, Protogoras’ın temel görüşü olan etik disiplininin en önemli sorununun bireyin “iyi” olması konusu olduğu fikrine katılmıştır. Etik konusundaki birincil sorun budur, her bilinçli birey, kasıtlı hareket etmek koşuluyla kendince iyi ne ise onun peşinde olmalıdır. Sadece tutkularının akıllı karar vermesini güçleştirdiği durumlarda veya irade gücü çok fazla değilse kişi bu hedeften sapabilir. Eğer birey diğerlerinin iyiliğini de kendi iyiliği gibi istediğinde ise “sosyal iyi” ortaya çıkar ve bu ortak “iyi” kavramı bireyin kendisine özel “iyi” anlayışını da değiştirebilir. Buna göre, sosyal iyilik en üstün hedeftir, bireysel iyilik ise daha sonra gelir.
Bu düşünce tarzı ile insanların gerçek ruhsal yapısının ve evrenle olan ilişkilerinin beraberce etik ve ahlâk alanına girmesi sağlanmış olmaktadır.
İnsanlar duygu, düşünce ve bunların bir toplamı olarak sürekli eylem halinde olan zamanla bilinçli hale gelebilen kutsal varlıklardır. Bu eylemlerin altında inanç, duygu, ideal ve bilinçaltı korkuları gibi çeşitli nedenler yatmaktadır. İnsanın iradesini nasıl kullandığı, tercihlerini ve önceliklerini neye göre belirlediği, fiillerinde özgür mü yoksa zorunlu mu olduğu hususunda tarih boyunca değişik fikirler ortaya atılmıştır. Amacımız bunları ayrıntılarıyla burada tartışmak değil, sadece insanın iradesini hayırlı işlerde kullanması, doğru istikamette hedeflerine doğru hareket etmesinin gerekliliğidir. “Aydınlanma” başlıklı makalemizde bahsettiğimiz gibi ideal bir insanın hedefi: “Bireysel seçimlerinde adaleti tesis etmek, Hz. İbrahim(as) gibi tüm putları kırıp, afakta ve enfüste tevhide ulaşmayı başarmak, iç bütünlüğü yakalamak olmalıdır.” Kırılacak olan putlar bazen somut bazense soyut olabilir. Somut olanları kırıp ortadan kaldırmak kolaydır, asıl zor olansa soyut olan putları belirlemek ve onları ortadan kaldırmaktır. Soyut olan düşmanlarımız: Cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Cehaleti eğitimle, zarureti ekonomik kalkınmayla, ihtilafı da ortak akılla yenebiliriz.
Hidayet sahibi, iç bütünlüğe ulaşmış böyle bir birey kendi iç dünyasında bütünlüğe ulaşmalı ve yayını germeli ve düşman hedeflerini tam on ikiden vurabilmek için okunu fırlatmaya her an hazır bir durumda teyakkuz halinde beklemeli, vakti gelince de okunu bırakmalıdır. Evet oku atmak elzemdir, çünkü bireysel kurtuluş değil, insanlığın kurtuluşudur burada söz konusu olan ve takdir edileceği gibi esas olan da budur. Emri bil maruf ve nehyi anil münker bu yüzden yapılır, ilayı kelimetullah bunun için önemli ve bizim için vazgeçilmezdir…
01.01.2021
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası