KILIÇDAROĞLU'DAN FETÖ'YE DİYET Mİ, MECBURİYET Mİ?

Kılıçdaroğlu her meselede FETÖ elebaşının izinden gidiyor. Bunu yaparken, kendi ülkesine/devletine karşı alenen savaşmaktan hiç fütur etmiyor, utanmıyor...

KILIÇDAROĞLU'DAN FETÖ'YE DİYET Mİ, MECBURİYET Mİ?
11 Ocak 2018 - 16:04 - Güncelleme: 11 Ocak 2018 - 20:55

Oyunu kuran ABD, savunma durumunda kalan da ülkemiz-devletimiz olduğu için tezgâhın ne olduğunu ancak düşmanın hamlesinin sonunda anlayabiliyor, dolayısıyla oyunu boşa çıkarmada büyük sıkıntılar içinde kalıyoruz. 

Elbette ABD’nin “dostluğuna” gerçek manada hiçbir zaman tam olarak inanıp güvenmedik ama, ne de olsa aynı ittifak içinde olduktan başka, on yıllara dayanan ikili ittifak ilişkilerimiz sebebiyle o taraftan öyle ciddi bir düşmanlığın gelebileceğini yakın zamanlara kadar düşünmedik. 

Onlar da bizim bu kanaatimizden mükemmel surette istifade edip sinsi planlarını bize hissettirmeden uygulamaya koyarken, devletimizin harim-i ismetine kadar girme imkânı buldular.

Nasıl ki FETÖ devletimizin bütün kılcal damarlarına kadar nüfuz ederek hain emellerini gerçekleştirmede din kisvesi içerisinde gizlenmeyi başardı ise, emperyalist ABD de düşmanca planlarını tezgâhlarken, aramızdaki “dostluk” ve ittifak ilişkilerinin arkasına saklandı. 

Ne zaman ki bu dost görünümlü düşmanlar planlarını hayata geçirme safhasına geldiler, bizler o zaman bir şeyler olduğunu hissettik ise de, düşmanlığın boyutlarını ancak canımız iyice yanıp “Vay canına! Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz hadiselerle karşılaştığımızda ancak kavrayabildik de, neredeyse iş işten geçmiş olacaktı.

Mavi Marmara, 7 Şubat 2012 ve 17/25 Aralık olaylarında FETÖ’nün ayak seslerinin tedricen yükseldiğini hissettik ama, gözümüz tam olarak 15 Temmuz’da açıldı. 

ABD’nin düşmanlığını ta Çekiç Güç zamanından, çuval ve Kobani olaylarından ve mevcut Suriye siyasetinden elbette biliyor idik de, onun düşmanlığının kapsamını “ayn-el yakin” olarak 15 Temmuz’da suçüstü yakaladığımızda kavrayabildik.

Bizlerin münferit vatandaşlar olarak uyumuş olmamız çok yadırganacak bir şey olmayabilir de, devletimizin bu kadar gaflet içerisinde kalmış olması fevkalade düşündürücüdür. Neyse; bu bahs-i diğere bu kadarcık dokunup geçelim.

Düşmanımız ABD yıllar öncesinden uzun vadeli sofistike planlar yapmış. FETÖ elebaşı ile 40-50 yıl önce ilişki kurup onu eğitip geliştirdiği söyleniyor. Öyle olmasa bile, doksanlı yıllarda çengel attığını, en az 20-25 sene öncesinden beri avucunun içinde yoğurup operasyonlara hazırlamış olduğunu artık biliyoruz.

Onun vasıtasıyla ABD, devletimizin hemen bütün kurumlarına sızıp neredeyse onları bütünüyle ele geçirme safhasına gelmişken, bu meyanda bütün siyasi partilere de ciddi manada el atmış. AK Parti’de ve MHP’de başarısız olmasına mukabil Kemal Kılıçdaroğlu’nu kullanarak CHP’nin Genel Başkanlığını, onun eliyle de CHP’yi ele geçirmiş olduğu artık gözler önündedir.

Kılıçdaroğlu her meselede FETÖ elebaşının izinden gidiyor. Bunu yaparken, kendi ülkesine/devletine karşı alenen savaşmaktan hiç fütur etmiyor, utanmıyor. Bir siyasi parti, oy isteyeceği milletine karşı bu kadar aleni olarak neden düşmanlık eder, siyaseten yanlış olduğu aşikâr olan bu tavrı niçin hiç çekinmeden benimser acaba? 

Kendisini CHP’nin başına getiren FETÖ’ye diyet borcunu ödüyor” deniyor. Ben bu düşüncede olanlara hayret ediyorum. FETÖ’ye bir borcunun olduğu malum olsa da, Kılıçdaroğlu’nun tavrını diyet borcu ile izah etmek mümkün değil, en azından yeterli değildir. Diyet borcu ödemek ihtiyari bir davranıştır, hâlbuki her halinden belli ki Kılıçdaroğlu’nun ödemesi cebridir.

Neden cebridir?

Nedeni şu ki, FETÖ onu CHP’nin başına keyif için değil, elbette kullanmak için getirmiştir. Kılıçdaroğlu FETÖ’nün tesadüfen sokakta bulup getirdiği bir kul olabilir mi?

Elbette bu asla söz konusu olamaz ve behemehâl kendisinden emin olunduktan sonra görevlendirilmiş ve sıkı bir denetim altına alınmış olmalıdır. FETÖ, ülkenin en ücra bir köşesindeki en küçük bir elemanı da dâhil, mesela bir polis memurunu, basit bir memuru, kimi başıboş bırakmıştır ki koskoca ana muhalefetin başına getirdiği Kılıçdaroğlu’nu kendi haline bıraksın?

Çizginin dışına çıkması ihtimaline karşı gerekli tedbirleri almamış olduğu düşünülebilir mi?

Malum ya; FETÖ’nün elinde gerektiğinde kullanılmak üzere saklanan kim bilir ne tür materyaller ve çeşit çeşit cezalandırma metotları vardır!? 

Onu oraya getirdiği gibi, götürmesini de elbette bilir. 
Dikkatlerden kaçmamıştır, 7 Ağustos 2016’daki Yenikapı Milli Birlik mitingine kerhen de olsa katılmak suretiyle çizginin hafiften dışına çıkar gibi olunca, hemen akabinde kendi kendisiyle çelişmeyi göze alarak FÖTÖ elebaşının “kontrollü darbe” ipine sarılıverdi. Her şey o kadar net ve aleni ki!
ABD-İsrail ikilisinin bölgemizde yapmak istediği şeyin, İsrail’i tehdit edebilecek güçlerin ortadan kaldırılması ve akabinde bölgemizi istedikleri gibi sürecekleri bir tarla haline getirmek olduğu baştan itibaren biliniyordu.

Bertaraf edilmesi düşünülen güçler Mısır, Suriye, Irak ve İran idi. Mısır, Irak ve Suriye’den sonra sıranın İran’a geleceği düşünülmekte iken, operasyon ilerledikçe “beklenmedik” şekilde görülmeye başlandı ki, ikili ittifakın alandaki aktörü, devletimizin “stratejik ortağı” ve NATO müttefikimiz olan ABD’nin ülkemize de şaşı bakmaya başladığını idrak ettik ise de, bu devletin ülkemiz hakkındaki gerçek niyetini ve düşmanlığının kapsamını ancak 15 Temmuz ihanet hareketinde anlayabildik. 

15 Temmuz olayı hem FETÖ’nün hem de ABD’nin ülkemize karşı düşmanlığının gerçek mahiyetinin ve çapının topyekûn milletçe kavranılmasına vesile olan acılı fakat bereketli bir hadise oldu.

ABD, Türkiye’yi Suriye ve Irak’tan çıkarmak, Cumhurbaşkanımızı bertaraf etmek, devletimizi zaafa uğratmak ve ülkemizi bölmek istemektedir. Allah’a hamd-ü senalar olsun ki, bu gerçek Kılıçdaroğlu “haricinde” hemen bütün vatandaşlarımızca anlaşılmıştır. 
Şimdi hedefte İran ve Türkiye vardır. İran ve ABD yıllardır birbirleriyle atışıp dursalar da, ABD ve İsrail’in gözünde öncelik Türkiye’dir.

ABD güya bütün düşmanlığına rağmen İran’ın Irak’ta ve Suriye’de alabildiğine yayılmasına ses çıkarmadığı gibi tam tersine onun önünü açarken, onun onda biri kadar dahi Türkiye’nin girmesine razı olmamıştır. 

Türkiye’ye karşı bunca zaman PKK, PYD ve FETÖ gibi örgütlerini taşeron olarak kullanmışken nihayet NATO’yla ve Rıza Sarraf'la kendisinin doğrudan sahaya indiğini görüyoruz. 

Yakın bir zamanda Suriye’nin kuzeyinde askeri olarak da karşımıza çıkarsa şaşmam. Hatta halen, eli kulağında sandığımız Afrin harekâtının bir türlü gerçekleşmemesinin arkasında, açıklanmamış bir askeri tehdidinin olmuş olması mümkündür. 

Evet; ABD kararlı ve sistemli olarak ülkemizin üzerine geliyor. Önümüzdeki günlerde ve aylarda bu cümleden olarak ekonomik, siyasi, diplomatik ve muhtemelen askeri olarak, Cumhurbaşkanımızı nokta hedefe koyarak yeni yeni saldırıları artarak devam edecektir. 
Türk Milleti olarak direnip bu saldırıları püskürtecek direnç ve imkânlara sahip olduğumuza samimiyetle inanıyorum. En büyük gücümüz milli birlik ve beraberliğimizdir. 

Millet ve devlet olarak düşmanımızı, neyin ne olduğunu biliyoruz. Hiç kimse bu konuda milletimizin kafasını bulandırabilme gücünü bulamayacaktır. 

Eskiden olduğu gibi hükumetle ordu arasında, askerle polis arasında, milletle devlet arasında bir ayrılık olmadığı gibi, bütün unsurlar Cumhurbaşkanının arkasında yekvücut olmuş durumdadır. 

Bu birlik ve beraberliğe çomak sokan bir takım unsurların olduğu da bir gerçek. Bunlar, kripto FETÖ kalıntıları, bir takım satılmış kalemler ve en önemlisi de Kılıçdaroğlu’nun CHP’sidir.

Kılıçdaroğlu’nun ve partisinin tutumu ülkemiz açısından önemli mi? Evet, hem de çok önemlidir. Kılıçdaroğlu, tutarsız beyanları, temelsiz iddiaları, boş çıkan ithamları ve gayri milli duruşu sebebiyle ciddiye alınmaya değer bulunmayabilir. 

Fakat bu ülkenin halkının %25’inin desteğine sahip bulunan bir partinin başında bulunan bu zat, ülkemize karşı saldırıları sistemli bir şekilde gittikçe yoğunlaşan dünyanın bir numaralı gücünün adeta beşinci kolu gibi davranıyorsa, bunun, düşmanımız için ne kadar değerli bir kazanç, ülkemiz içinse ne büyük bir güvenlik sorunu olduğu ortadadır. 

İçerideki her türlü siyasi karşıtlıklara rağmen şayet dışarıya karşı ülkenin ana muhalefet partisi de millet-devlet ittifakına katılabilmiş olsaydı, düşmanlarımıza karşı çok daha güçlü olurduk. 

Ne yapalım ki düşman yıllar öncesinden hesabını yapmış, tertibini almış. Kılıçdaroğlu istese de yapamaz; maalesef!


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum