MESELEMİZ "KUDÜS"TEN ÖNCE, KENDİ KİMLİĞİMİZ VE KİŞİLİĞİMİZ OLMALIDIR.?
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası Kudüs meselesi bizde neredeyse bir siyasi ve dini kine dönüştü
14 Aralık 2017 - 23:14
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası
Kudüs meselesi bizde neredeyse bir siyasi ve dini kine dönüştü. Aslında doğru olanı da budur. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu meseleyi gündeme taşıyıp ve ısrarla günün meselesi haline getirerek sıcak tutması önemli bir yönlendirme hareketiydi, toplumsal şuuru beslemesi bakımından da iyi oldu.
Ancak, Kudüs bu duruma nasıl geldi?
Bunun üzerinde duranımız pek olmadı. Devletimizin en yoksul döneminde, gelip Filistin’i satın almak isteyen Yahudi’ye Cennetmekan Abdülhamit Han, “Orasının sahibi ben değilim millettir, milletin kanıyla koruduğunu parayla size satamam”, diyerek adamı kovmuş ve sonra da, bizim ihanet odakları tarafından Kızıl Sultan ilan edilmişti.
Şerif Hüseyin’inin bu ihanete öncülük ettiğini idrak etmesinden sonra kafasını duvarlara vurarak ölmesi, ne onun ne de Filistin halkının kaderini kurtardı.
Bakınız, parça bütünün habercisidir. Hafızamızı yoklarsak, bu şehri ve buradaki insanları böyle bir zalimliğin kucağına iten önce kendilerinin olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Binlerce gencimizi teröre kurban verdiğimiz 1980 öncesinde, bizdeki militan Marksistlerin besleyiciyi kaynağı Filistin Kurtulmuş Örgütü ve onun başındaki Yaser Arafat’ın militanları değil miydi?
Birçok sol örgüt militanı saldırı eğitimini gidip orada almışlar ve gelip ülkemizde masum gençlerimizi şehit etmişlerdi. Bu meseleye ideolojik kindarlık açısından bakarak söylemiyorum. Yaşadığımız sosyal bir vakıaydı. Aynı tür eğitimi sağdaki gençlere de verseydiler, bunun ülkemizin hayrına bir destek olacağını düşünmezdim. Çünkü dış güçler, diz çöktürecekleri bir ülke için mutlaka maşa kullanırlar. Bu maşalık görevini Filistin Kurtuluş Örgütü yönetimi yapmıştı. Şimdi gün geldi, devir değişti, O örgütü kuranların çocukları bugün Filistin’de bedel ödüyor. Hani bir Ayet vardır, “Senin bir hesabın var ise, Allah’ın da bir hesabı vardır”, diye. Meseleye biraz da böyle bakmak gerekir.
“Bugün Filistinli, bize yapılan o zulmün bedelini ödüyor dersem, kınanır mıyım acaba?” Diye düşünüyorum.
Bakın, 1997 yılında Hacca gittim. Mekke’de bir taksiciye beni Mina’ya götürmesini söyledim. “Size hizmet yok, siz Nasranisiniz!” demesin mi? “Nasrani, yani Hristiyan oldunuz” demek istiyor. Kan tepeme sıçradı, “Ulun şerefsiz, sizin bir avuç petrolünüze elimizi sürmedik, fakir Anadolu halkının dişinden tırnağından keserek verdiği yardımları size Sürre Alaylarıyla gönderip aç karnınızı doyurduk. Batı’nın köleliğini bizimle kardeşliğinize tercih edip ihanet ettiniz. Bunun için başınızda bela eksik olmuyor.” Tartışmamıza diğer taksiciler gelip müdahale ettiler, çoğu benim tarafımda yer aldı, “Biz seni ücretsiz olarak götürüp gezdirelim” dediler, kabul etmedim. Bu olaydan sonra dikkat ettim Araplar bizlere karşı genelde antipati içindeydiler. Birkaç defa da, o günlerde Başbakanlık görevini Rahmetli Erbakan üstlendiği için, adamlar gözümün içine baka baka, “Yeni Nasranilikten kurtuldunuz”, dediler. Bu millet böylesine şuursuz, ruhsuz ve cahil bir toplum. Örneğini gördünüz işte: Kudüs kararı alan Amerika’nın yanında Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri yer aldılar.
Kölelik psikolojisi insanların sosyal onurunu ortadan kaldırınca, böyle kararlarda bile efendilerinin güdümünde olmak gibi bir utanç tablosunun içerisine hapsolup kalıyorlar.
Bunları yazdığım için; “Eski defterleri karıştırmamak lazım”, diye bakanlar olabilir. Ancak hani Akif der ya: “Tarihh’i tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Biz ders alamıyoruz, İslam toplumu dinini, yani İslam'ı kendine benzettikçe böylesi zelil hallere düşmeye devam edecektir.
Bana göre, meselemiz “Kudüs”ten önce, kendi kimliğimiz ve kişiliğimiz olmalıdır.
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası
Kudüs meselesi bizde neredeyse bir siyasi ve dini kine dönüştü. Aslında doğru olanı da budur. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu meseleyi gündeme taşıyıp ve ısrarla günün meselesi haline getirerek sıcak tutması önemli bir yönlendirme hareketiydi, toplumsal şuuru beslemesi bakımından da iyi oldu.
Ancak, Kudüs bu duruma nasıl geldi?
Bunun üzerinde duranımız pek olmadı. Devletimizin en yoksul döneminde, gelip Filistin’i satın almak isteyen Yahudi’ye Cennetmekan Abdülhamit Han, “Orasının sahibi ben değilim millettir, milletin kanıyla koruduğunu parayla size satamam”, diyerek adamı kovmuş ve sonra da, bizim ihanet odakları tarafından Kızıl Sultan ilan edilmişti.
Şerif Hüseyin’inin bu ihanete öncülük ettiğini idrak etmesinden sonra kafasını duvarlara vurarak ölmesi, ne onun ne de Filistin halkının kaderini kurtardı.
Bakınız, parça bütünün habercisidir. Hafızamızı yoklarsak, bu şehri ve buradaki insanları böyle bir zalimliğin kucağına iten önce kendilerinin olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Binlerce gencimizi teröre kurban verdiğimiz 1980 öncesinde, bizdeki militan Marksistlerin besleyiciyi kaynağı Filistin Kurtulmuş Örgütü ve onun başındaki Yaser Arafat’ın militanları değil miydi?
Birçok sol örgüt militanı saldırı eğitimini gidip orada almışlar ve gelip ülkemizde masum gençlerimizi şehit etmişlerdi. Bu meseleye ideolojik kindarlık açısından bakarak söylemiyorum. Yaşadığımız sosyal bir vakıaydı. Aynı tür eğitimi sağdaki gençlere de verseydiler, bunun ülkemizin hayrına bir destek olacağını düşünmezdim. Çünkü dış güçler, diz çöktürecekleri bir ülke için mutlaka maşa kullanırlar. Bu maşalık görevini Filistin Kurtuluş Örgütü yönetimi yapmıştı. Şimdi gün geldi, devir değişti, O örgütü kuranların çocukları bugün Filistin’de bedel ödüyor. Hani bir Ayet vardır, “Senin bir hesabın var ise, Allah’ın da bir hesabı vardır”, diye. Meseleye biraz da böyle bakmak gerekir.
“Bugün Filistinli, bize yapılan o zulmün bedelini ödüyor dersem, kınanır mıyım acaba?” Diye düşünüyorum.
Bakın, 1997 yılında Hacca gittim. Mekke’de bir taksiciye beni Mina’ya götürmesini söyledim. “Size hizmet yok, siz Nasranisiniz!” demesin mi? “Nasrani, yani Hristiyan oldunuz” demek istiyor. Kan tepeme sıçradı, “Ulun şerefsiz, sizin bir avuç petrolünüze elimizi sürmedik, fakir Anadolu halkının dişinden tırnağından keserek verdiği yardımları size Sürre Alaylarıyla gönderip aç karnınızı doyurduk. Batı’nın köleliğini bizimle kardeşliğinize tercih edip ihanet ettiniz. Bunun için başınızda bela eksik olmuyor.” Tartışmamıza diğer taksiciler gelip müdahale ettiler, çoğu benim tarafımda yer aldı, “Biz seni ücretsiz olarak götürüp gezdirelim” dediler, kabul etmedim. Bu olaydan sonra dikkat ettim Araplar bizlere karşı genelde antipati içindeydiler. Birkaç defa da, o günlerde Başbakanlık görevini Rahmetli Erbakan üstlendiği için, adamlar gözümün içine baka baka, “Yeni Nasranilikten kurtuldunuz”, dediler. Bu millet böylesine şuursuz, ruhsuz ve cahil bir toplum. Örneğini gördünüz işte: Kudüs kararı alan Amerika’nın yanında Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri yer aldılar.
Kölelik psikolojisi insanların sosyal onurunu ortadan kaldırınca, böyle kararlarda bile efendilerinin güdümünde olmak gibi bir utanç tablosunun içerisine hapsolup kalıyorlar.
Bunları yazdığım için; “Eski defterleri karıştırmamak lazım”, diye bakanlar olabilir. Ancak hani Akif der ya: “Tarihh’i tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Biz ders alamıyoruz, İslam toplumu dinini, yani İslam'ı kendine benzettikçe böylesi zelil hallere düşmeye devam edecektir.
Bana göre, meselemiz “Kudüs”ten önce, kendi kimliğimiz ve kişiliğimiz olmalıdır.
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası
FACEBOOK YORUMLAR