ŞEHİR HAYATI DENEN CEZAEVİ?
Biz hayatın zenginliğini, şehrin ışıklarına, asfaltına ve vitrinlerin albenisine feda ettik
17 Kasım 2017 - 00:13
Biz hayatın zenginliğini, şehrin ışıklarına, asfaltına ve vitrinlerin albenisine feda ettik. Çok katlı binalarda insanlar yalnız yaşıyor. 32 kat apartman dikmişsiniz, giren ve çıkan birbirine selam bile vermiyor. Bırakın selamı, bir alt katta ölen olmuş üstündekinin bundan haberi yok. Liberal kültür, şehirlerde şahsiyetimizi erozyona uğrattı. Toplumu çözmek isteyenler, bizi apartmanlara özendirdi. Şimdi, ondan kurtuluşun çaresini arıyoruz. Bulunur mu? Biraz zor!
Gelin Beyler, şu arsa spekülatörlerinin uydusu haline gelen Belediyeleri yeni baştan düzenleyelim. Senin-benim adamım anlayışından çıkarak şehir kültürünü, hayatın zaruretleriyle birleştirmeyi becerecek adamları belediyelerin başına getirelim. Şehirlerin ruhunu beton bloklara hapseden gönüllü kölelik zihniyetini yıkmak istiyorsak, şehir ve şehirleşme konusunda devletin oturmuş bir politikası olmalıdır. Şimdi yıllardır İstanbul’da 7 şiddetinden daha büyük bir depremin gelmekte olduğunu söyleyenler, onu karşılamak üzere 25-30 katlı binaları inşada yarış halindeler. Allah göstermesin, ama ben hep merak ediyorum; bu ucube kuleler depremde ne hale gelecekler diye? Hadi sağlam yaparsınız, yıkılmaz, dağılmaz, ama altından zemin kayarsa ne olur? Bunu iplerle bir yerlere bağlayacak gücünüz var mı?
Siyasetin dar koridorlarında şehir rantının peşinde olanlarla uğraşmaya devletin gücü yeter mi bilmiyorum? Yetseydi, uydu şehirler projesi uygulamaya geçer ve İstanbul nefes alacak hale gelirdi.
Bugün sıkıntı yalnız İstanbul’da mı? Hayır! Şu son bir yıl içerisinde Karadeniz sahillerini gördüm, Bursa’ya, Kocaeli’ne, Antalya’ya, Konya’ya gittim. Hemen hepsinde aynı tehdidin korkunç kokusunu aldım.
Beyler, Türkiye yanlış bir mantık üzerine oturtularak şehirleşiyor. Şehirleri dizayn eden siyasette şehir bilinci olmadığı için bu bilinçten beslenen şehir kültürü yok. Şehir mimarlarının ideal edinilmiş evrensel değerlerimizi koruma arzuyu yok. Hayatımızı kolaylaştırmak için koşuşturanlar geleceğimizi karartıyorlar. Daha doğrusu gelecek neslin yaşama hakkını ellerinden alıyorlar.
Bakınız beyler, yıldı 19 milyar ton karbon monoksiti araçlarımız teneffüs ettiğimiz havaya bırakıyor. Bu araçlar, dağda gezmiyor, şehir içinde kullanılıyor. Artık payınıza düşeni nasıl alırsınız bilemiyorum.
Şehirler giderek cezaevine dönüşme durumundadır. Cumhuriyetten bu yana şehirleşmede, içimizi ısıtacak bir girişim görmedik. Kendi kendimizi katlediyoruz. Bunun sorumlusu, şehir politikalarını üretenler ve bu şehirleri yönetenler değil midir?
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası
Gelin Beyler, şu arsa spekülatörlerinin uydusu haline gelen Belediyeleri yeni baştan düzenleyelim. Senin-benim adamım anlayışından çıkarak şehir kültürünü, hayatın zaruretleriyle birleştirmeyi becerecek adamları belediyelerin başına getirelim. Şehirlerin ruhunu beton bloklara hapseden gönüllü kölelik zihniyetini yıkmak istiyorsak, şehir ve şehirleşme konusunda devletin oturmuş bir politikası olmalıdır. Şimdi yıllardır İstanbul’da 7 şiddetinden daha büyük bir depremin gelmekte olduğunu söyleyenler, onu karşılamak üzere 25-30 katlı binaları inşada yarış halindeler. Allah göstermesin, ama ben hep merak ediyorum; bu ucube kuleler depremde ne hale gelecekler diye? Hadi sağlam yaparsınız, yıkılmaz, dağılmaz, ama altından zemin kayarsa ne olur? Bunu iplerle bir yerlere bağlayacak gücünüz var mı?
Siyasetin dar koridorlarında şehir rantının peşinde olanlarla uğraşmaya devletin gücü yeter mi bilmiyorum? Yetseydi, uydu şehirler projesi uygulamaya geçer ve İstanbul nefes alacak hale gelirdi.
Bugün sıkıntı yalnız İstanbul’da mı? Hayır! Şu son bir yıl içerisinde Karadeniz sahillerini gördüm, Bursa’ya, Kocaeli’ne, Antalya’ya, Konya’ya gittim. Hemen hepsinde aynı tehdidin korkunç kokusunu aldım.
Beyler, Türkiye yanlış bir mantık üzerine oturtularak şehirleşiyor. Şehirleri dizayn eden siyasette şehir bilinci olmadığı için bu bilinçten beslenen şehir kültürü yok. Şehir mimarlarının ideal edinilmiş evrensel değerlerimizi koruma arzuyu yok. Hayatımızı kolaylaştırmak için koşuşturanlar geleceğimizi karartıyorlar. Daha doğrusu gelecek neslin yaşama hakkını ellerinden alıyorlar.
Bakınız beyler, yıldı 19 milyar ton karbon monoksiti araçlarımız teneffüs ettiğimiz havaya bırakıyor. Bu araçlar, dağda gezmiyor, şehir içinde kullanılıyor. Artık payınıza düşeni nasıl alırsınız bilemiyorum.
Şehirler giderek cezaevine dönüşme durumundadır. Cumhuriyetten bu yana şehirleşmede, içimizi ısıtacak bir girişim görmedik. Kendi kendimizi katlediyoruz. Bunun sorumlusu, şehir politikalarını üretenler ve bu şehirleri yönetenler değil midir?
Muhsin İlyas Subaşı / Ülke Postası
FACEBOOK YORUMLAR