ÇAMUR ADAMIN KIRALLIĞINDA SAVAŞ VE ZAFER Şanı yüce Allahımızın murat etmesi ile,kendi zatına yakışan alemin dışında,bir alem yaratmayı,bu alemide,kendi ruhundan uflediği (hay)bir halife ile, imar edecegini,dunya hayatı ve meşgaleleri icerinde yaradanını,zatını tanıyacagını,ve kulluk edecegini ve amaçla yaratmış oldugunu bizlere Zâriyât Suresi 56. Ayet,,Ben cinleri ve insanları yalnız beni ilâh tanısınlar, candan müslüman olarak bana teslim olsunlar, saygıyla bana kulluk ve ibadet etsinler, yalnızca benim şeriatıma bağlansınlar, bana boyun eğsinler diye yarattım.Buyurmuştu. Hicr / 28. 29. Ayet..Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben pişmemiş kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.” “Yaratılışını tamamlayıp onu insan olarak düzenlediğim ve içine kendi ruhumdan üflediğim zaman, ona secde ederek yerlere kapanın.” Bu âyet meâllerinden anlaşıldığına göre, insan da diğer yaratıklar gibi tabiî bir varlıktır. Onlarla bir takım ortak özelliklere sahiptir. Ancak yukarıdaki âyette ifade edildiği gibi, Allah ona bambaşka bir yaratılış vermiş; farklı olarak ona kendi ruhundan üfleyerek eşref-i mahlukât derecesine çıkarmıştır. Yine insan, inanan ve dini boyutu olan bir varlıktır. Onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerinden birisi de inanan bir varlık olmasıdır. İnsan, düşünme ve bilme yeteneği sayesinde kendi öz benliğini, çevresini ve Rabb’ini tanır. Böylece inanan bir varlık haline gelir. Onun temel görevi Allah’ı tanımak, ona kulluk etmek, insanî ve ahlaki değerlere bağlı olarak yaşayıp sonsuz hayata hazırlanmaktır. İnsan, yapıcı ve üretici bir varlıktır. En küçük şehirlerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pek çok şey meydana getirir. Bu merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal ilimlerin temeli, insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır. Özetle İslam’a göre insan akıllı, düşünen, irade sahibi, sorumlu, bilen, inanan bir varlıktır. Aynı zamanda Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve yaratılmışların en üstünüdür. “İnsan, akıl, kalp, duygu ve düşünce yönünden diğer varlıklardan çok farklı yaratılmış sosyal bir varlıktır. Yeryüzü üzerinde hem kendi hayatını, hem de neslini devam ettirebilmek için bir eşe ve dolayısıyla bir aileye muhtaç olduğu kadar, diğer insanlarla da yakın bir işbirliğine ve yardımlaşmaya muhtaçtır. Bu işbirliği ve yardımlaşma olmadan, onun, hayatını devam ettirebilmesi mümkün değildir.” Sorumluluklarımızın en önemli boyutunu Allâh’a karşı olan sorumluluklarımız oluşturmaktadır. Çünkü yaratılış gayemiz, âyetlerde de belirtildiği gibi O’na kulluk etmektir. Yine bu anlamda Yüce Allâh,“ Ben cinleri ve insanları başka değil sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât 51/56). buyurarak insanların ve cinlerin önemli görevleri olduğunu, diğer varlıklara yüklemediği yükümlülük ve sorumluluklarının bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda Allâh’a karşı sorumluluklarımızın yanında, kendimize ve diğer varlıklara karşı da sorumluluklarımız bulunmaktadır. İnsan Yeryüzünün Halifesi Yüce Allah, insana yüklediği vazifeyi, Kur’an-ı Kerimin bir kaç âyetinde şöyle izah eder: “Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Dedi ki:Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. O, sizi yerden var etti ve size orayı mamur hale getirme görevi verdi. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz rabbim yakındır, duaları kabul eder.” (Hûd 11/61.) Yani sizi, yeryüzünü mamur hale getirmekle mükellef kıldı. “Hani rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’demişti.” (Bakara 2/:30) Yani yeryüzünde mahlukatın arasında benim yerime adalet dağıtacak bir halife. O halife Hz. Âdem ve mahlukat arasında Allah’a itaat çerçevesinde hüküm ve adaleti icra edenlerdir. Ancak Kur’an, insanlara medeniyet kurma sorumluluğunu yüklemeyen bir din ve ibadet kitabı değildir ve olmamıştır. Kur’an’ın insana yüklediği vazife aslında kapsamlı ve genel manasıyla yeryüzünü imar etmektir. Bu vazife, muhtevası itibariyle sağlam bir İslam toplumu ikame etmeyi, şümullü bir insan medeniyeti kurmayı içine alır ki, insan böylece icbar ve zor kullanarak değil, öğreterek ve severek yeryüzünde Allah’ın adaletini ve hükmünü göstersin. Kur’an’da benzeri çokça bulunan bu âyetler, insana dünya hayatında yapması gereken esas görevinin açık bir tarifini ihtiva etmektedir. O görev, bu dünya gezegenini imar etme uğrunda faal bir insan topluluğu oluşturmaktadır. İmar kelimesinin içine aldığı maddi, ilmi ve iktisadi manaların tamamını şâmil, topyekûn bir imardır. Bunun için Allah, kendisinin çizdiği şekilde bu görevi kabul eden insanı “Halife” lâkabıyla şereflendirmiş, ona “imamlık-önderlik” sıfatını vererek ikramda bulunmuştur. Yüce Allah, insanı yeryüzünde kendisine halife olarak yaratıp, birçok nimetleri onun emrine- idaresine vermiş ve bu bağlamda dünyasını mamur ve ahiret hayatı için de bir köprü olması için medeniyet kurma sorumluluğunu da yüklemiştir. İlk bakışta, medeniyetle, medeniyetin problem ve metodlarıyla Kur’an’ın alâkası yokmuş, o sadece insanlara rableri karşısındaki ibadet ve görevlerini hatırlatan bir din ve ibadet kitabıymış gibi algılanabilir. Fakat insanın bu görevi yerine getirmesi, nefsinin arınıp yücelmesine, ahlaki bozukluklardan ve kibir ile enâniyyet zehirlerinden kurtulmasına bağlı olduğundan, Allah bu mahlukuna terbiye yollarını uyguladığı takdirde nefsini bütün şaibelerden arındıracak ve kutsal görevini en güzel şekilde edâ etmesine yardım edecek olan eğitim devrelerini çizmiştir. Bu eğitim ve nefsi arındırma yolları Allah’ın emrettiği itikadî ilkelerle ve uyulmasını emrettiği tâat, ibadet ve ahlakî faziletlerle kendini gösterir. Dinimizde bireysel sorumluluk işin temelini oluşturur. Bu da tek tek kişilerden toplumsal sorumluluğa kadar gider. Bu hususta yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki; “…Allah her şeyin rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mı arayacağım! Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” (En’am 6/ 164.) ifadesiyle, hiç kimsenin bir başkasının işlediği suç veya günahtan sorumlu olmadığını ve yapılan fiillerin ancak sahibini bağlayacağını ve sonucuna da onun katlanacağını ferman buyurmaktadır. Sorumluluklarımızı özetleyecek olursak; Yüce Allah insana dört türlü sorumluluk yüklemiştir: Allah’a, topluma, kişinin kendisine, yaşadığı çevre ve doğaya karşı insan sorumlu tutulmuştur. İnanç ve ibadet ile ilgili yükümlülüklerle öncelikle Rabbine karşı sorumludur. Rabbini hakkıyla tanımak, farzları yerine getirmek ve günahları terk etmek zorundadır. Bu sorumluluklar Allah tarafından yüklendiği için, bu görevlerden hangisini terk ya da ihmal ederse Allah’a karşı önemli bir kusur işlemiş olur. Bu nedenle yapılması gereken ya da terk edilmesi gereken her şey Allah için olmalıdır. O zaman bir kıymet ifade eder ve sorumluluk yerine getirilmiş olur. Yukarıda özet olarak izah etmeğe çalıştığımız sorumluluklarla birlikte Yüce Allah İnsanoğlunu vücut azalarının yapıp işlediklerinden sorumlu tutacağını da aşağıdaki âyetlerde beyan etmektedir: “O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.” (Nur, 24/24); “ Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.’’(İsra,17/36) Hicr / 29. Ayet..“Yaratılışını tamamlayıp onu insan olarak düzenlediğim ve içine kendi ruhumdan üflediğim zaman, ona secde ederek yerlere kapanın.” A'râf / 12. Ayet.. Allah: “Ey İblîs! Emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?” diye sordu. İblîs: “Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” dedi. İnsan, ruh ve cesetten meydana gelmiştir. İnsanın bu bileşimi, ancak iki yönü olan bir yolda yürüyebilir. Bu yönlerden biri ceset, öteki ise ruhtur. Bu iki yönden birini ihmal etme veya yıkma aslında insanın bizatihi kendisini yıkmaktır. Allah’ın yaratıkları arasında en basit görülen toprak-su, insanın cevherini oluşturmaktadır. Toprak ile suyun karışımından ise çamur-balçık oluşmaktadır. İşte üstün vasıflarla Allah’ın donattığı, biçim verdiği insanın aslı budur. Bu, bir âyette; “Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yarattık.” ( Mü’minûn 23/12.) şeklinde ifade edilmektedir. Diğer taraftan,“İnsan türünü sudan yaratıp onların arasında soy ve sıhriyyet bağı kuran da O’dur. Rabbin üstün kudret sahibidir.” (Furkân, 25/54.) buyurarak, insanın aslının, neslinin, basit unsurlar olan toprak, su, çamur, balçık, nutfe, kan pıhtısı olduğunu ifade ettikten sonra, böylesi değersiz maddelerden, yeryüzüne halife olabilecek bir varlığı meydana getirdiğini ve bununla da kendi azamet ve üstün kudretine işaret etmiştir. Böyle olunca, insanın dünya hayatında rahat ve huzurlu yaşayabilmesi için, dinî ve dünyevî meselelerine rehberlik edecek, tabir yerinde ise, bir yol haritasına veya hayat programına şiddetle ihtiyacı vardır. İşte söz konusu o yol haritası ve program da, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin sünnetleridir. Zirâ Kur’an, tamamen insanı hedef almakta ve kendisini de; “insanlara rehber” olarak nitelemektedir. ( Bakara 2/185.) Allahımızın Kuranı Kerimini kendilerine yol harıtası olarak kabul edenler,kazasız belasız menzili olan Hilafet makamına ulaşır,zaferle müjdelenir,yoksa menziline ulaşamadan şavaşını kaybeder. Allah (c.c) bizleri zafere ulaşatırması dilegi ile
FACEBOOK YORUMLAR