KAYYUMA İKİ YÜZLÜ , MEDYAYA HAYIR ! ..
Yarım uykulu bir gecenin erken denecek saatlerinde uyandırılıp, uykuya doyamamanın verdiği sersemlikle ülkenin bitmiş denen ekonomisine yön veren kentlerinden birinden çıkıp, diğerine doğru giderken iyiden iyiye açılan yorgun gözlerle ilk gördüğüm, her an yaşanabilecek bir depremle yerle bir olacak denen şehrin göklere yükselmeye devam eden gökdelen şantiyelerinde halatlarına bağlanmış ağır betonlarla sağa, sola dönen dev vinçlerin dans ettiği şantiyeleri oluyor.
Etrafları, o doğru dürüst giremedikleri denizi anlatan manzaralarla süslü bir çok devasa fotoğraflarla süslenmiş ve 'rüyanız daki evi, iş yerini, rezidansı yapıyoruz' ilanları ile çevrelenmiş olan bu şantiyeleri izleyerek geçerken onca şantiyenin adeta çürümeye yüz tutmuş olan ve yıllardır imar, inşaat izni verilmediği için çürümeye bırakılmış, sağların içinde ölümü beklediği tabutlar şeklinde tabir edilen onca binanın arasında yükselmesi ise ayrı bir konu..
Ve yıllar önce hala yayında olan gazetesinde (Yeni Gebze Gazetesi) baş yazarlık yapan, sabah daha boyası kurumamış sıcak haberlerle dolu gazetesini alıp, abonelerine ulaştırmaya çalıştığım şehrin artık solumda değil, sağda kaldığını bir kez daha hissederek solda kalan şehrin düzlüğündeki onca fabrikaya, tepelerinde bulunan gelişi güzel, iç içe yapılmış evlere doğru kayıyor yorgun gözlerim..
Daha uyanmamışların benim gibi dün neleri görüp, yaşadıklarını ve onların da benim gibi nelerin yorduklarını düşünürken sabah sabah çıktığım yolda hedefime uyanmamışların boş bıraktığı yolda kısa sürede ulaşıyor, kendisini almam için beni bekleyen yolcunun indiği yere, o yerin bulunduğu kente benzeyen şehrin, Gebze'nin bizimkisi misali sözde otogarına ulaşıyorum...
Boyum kadar büyümüş olan ilk göz ağrım Yağmur kızımın güzel damlası olan, diğerleri gibi çok özlediğim torun Ezel'imin burnumda tüten memleketin kokusuyla 'Dede' diyerek sarıldığı o garajda gördüklerimi 'Bir mimarlık katliamı' başlığı ile haberleştirip, videoya çekerek, yoTube kanalımıza yükledikten sonra günün ilk telefon konuşmasıyla kendimi sahilin yanı başında buluyorum.
Çünkü memleketten gelen torun Ezel gibi 12 Eylül cuntasının, çok özlediğim babamı sürgün ettiği ve 3 yıl zorunlu kaldığımız Afyon'dan bir dostum gelmiş ve beni sabah kahvaltısı için sahilin yanı başında bulunan Tuzla'ya davet etmişti.
Bende bu sıcak daveti kıramamış, gelen misafirimi ve eşimi de alarak kahvaltıyı yapacağımız yere doğru direksiyonu kırarken bu bölgede çok yabancı olmadığımı ve burada da bir dizi yaşanmışlıklarımızın olduğunu hatırlarken, az önce gördüğüm inşaat şantiyelerinin yerini aradığımı bulma umuduyla liman, liman dolaşan ve benim kadar yorulmuş gemilerin onarıldığı limandaki yük indirip, bindiren devasa vinçleri izliyorum.
Bir yanında az önce geldiğim şehir denen aslında gecekondu, hak, hukuk aramayan yaşananlara şükür eden sendikasız işçi şehri olan, son seçimde aday çıkaramayan CHP'nin 'kendinize ve sahalara gelin' diye eylem yapacağı Gebze gibi derme çatma evlerle donatılmış komşu şehre Tuzla'da gittiğimiz yerin o çok tartışılan ve önce 'alınıp, halka verilecek' denip, sonrasında Arap sermayeli müteahhitlere teslim edilen Askeri kışlalardan biri olduğunu görünce nedense torun Ezel'in geldiği memleketim Ardahan'da açılmak üzere olan Millet Bahçesini hatırlıyorum.
Eski bir Askeri kışla olan ve askeri zor bela kent dışına çıkarttığımız o askeri kışlanın önündeki 'engel' dediğim derme, çatma 'Askeri Gazinonun da alınıp, katılması gereken bir bahçe olması gerekir' fikrimi bir kez daha seslendirip, sabahın erken saatlerinde geldiğim sahil kenarındaki Askeri Özel Eğitim Merkezi adı verilen 'özel' denilen küçük ama bir o kadar da arazisi, konumu çok değerli yani Arap parasının yetmeyeceği kadar şu an hazinede olmayan, kayıp denen 128 milyon dolar gibi çok değerli bir yerdi.
Ve bu yerin yanı başında sahile sıfır, nerdeyse kumların üzerinde yükselen 4 duvarlı milyon dolarlık dairelerle yükselen inşatların bitme aşamasına geldiğini görünce Tuzla denen buraya da adeta ismini taşıyan tuzların ekildiği gibi adeta talan edilmeye devam ettiğini anlarken bir taraftan da birilerine yani ÖZEL denenlere adeta çiftlik olan yerin de alınması gerektiği ama betona değil, Arap ya da dolara değil halka açılmalı fikri arasında sıkışıp kalıyordum.
Ve güne üstte anlatmaya çalıştığım günün kısa özetinin yorgunluğu ile geri geldiğim evimde uzandığım yatakta alamadığım uykunun yorgunluğu ile derin bir uykuya dalmışken çalan telefonla yeniden uyanıyor, denizi ve olacak denen depremin merkezi olarak gösterilen ama nedense bunu diyenlerin çoğunun malikânesinin olduğu adaları izleyerek bilgisayarmı kucaklıyordum.
Mavi denizin ortasındaki adaların yanında karşıyı Yalova'yı, Bursa'yı bana hatırlatan manzaralı evimin balkonun hemen altında, her gün gelip geçen ama memleketime bir türlü ulaşamayan trenlerin ray sesleri arasında 'Araçlarınızı çekin' diye anons eden polisin neden bu kadar burada yoğunlaştığını sorgulayıp, öğrenmeye çalışırken insanların onca polisiye engeli aşıp, 'kayyuma hayır' şeklinde avazları çıktığı kadar bağırarak, davul, zurna, pankartlar eşliğinde bulunduğum semtin yanı başındaki alanı, adı Kartal olsa da şehrin çöp artıklarını temizleyen martıların doldurduğu meydanı doldurmaya gidiyorlardı.
Ve kısa sürede dolan miting alanındaki sesi dinleyerek, hafta boyu yaşadığım yorgunluğumu atma çabası içinde dinlenerek, günün yazısını tamamlarken meydanda yaşananları öğrenmek adına akşam haberleri için baktığım havuzlu, beslemeli medyanın iki yüzlü olduğunu bir kez daha hissediyor, solcusundan, sağcısına, ulusalcısından, muhafazakârına, milliyetçisine hepsinin, konu Kürtlere atanan kayyum için olunca oralı olmadığını anlıyordum.
Çünkü Diyarbakır (Amed), Mardin'de 15 insanın öldüğü, onca insanın yanarak öldüğü, binlerce hayvanın telef olduğunu görmeyip, Ege'de, 32 yaşında dünyanın tümünü fethedip, birileri gibi dünya lideri olmak isteyen ancak 12 yılda yarısını bile görmeden terk eden Büyük İskender’in askerlerine ait olduğu ileri sürülen iskeletlerin bulunduğu söylenen İzmir Selçuk ve idam edilen başbakanın adını taşıyan Menderes'te çıkan orman yangınları 'flaş flaş' diye haber yapılırken o bilinen iki yüzleriyle güneyde yaşananlara, can alıcı yangınlara bakışlarıyla bir kez daha ortaya koyduklarını anlıyordum.
Evet, bir yandan 'deprem olacak, milyonluk arazileri bedavadan bize bırakın, sahili terk edin' denip, diğer yandan gökdelenlerin yükselmeye devam ettiği, Arapların getirdiği dolarlarla sahillerin betona döndüğü İstanbul Kartal meydanında yapılan ve çoğu Kürt, demokrat, hak hukuk arayan binlerce insanın toplandığı 'kayyuma hayır' mitingini de bir gazeteci olarak 'böyle medyacılığa, basına hayır' dediklerimizce haber olarak görülmemişti bile..
FACEBOOK YORUMLAR