Endülüs medeniyetine olan ilgim 2015 yılında bir Erasmus projesi ile Portekiz ve İspanya ziyaretimizde gördüklerim ile başladı. Bu iki ülküde birçok tarihi binada Endülüs medeniyetine dair çok fazla izlere rastlamak mümkündür.
Endülüs Tarihi, Müslüman Arapların Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İber Yarımadası’na ayak basmalarıyla başlamıştır. Burada kurulan devlet ve devletler zaman içinde yüksek bir medeni seviyeye erişmiş ve Avrupa ile Doğu’nun bilim merkezlerinin önde gelen yerleri arasına girmişlerdir. Burada oluşturulan kültürün bazı kısımları, Ortaçağ’ın sonlarına doğru Avrupa’ya aktarılmış ve oradaki kalkınma ve gelişmenin ana köklerinden biri haline gelmiştir. Bu gerçeği, Endülüs devletinin eğitim, kültür ve sanat alanlarındaki seviyesini yansıtan tarihî kayıtlardan anlamak mümkündür. Endülüs’te İslam hakimiyeti, 711 yılında büyük komutan Tarık bin Ziyad’ın öncülüğündeki Emevî ordusunun İspanya’ya girmesiyle başlar. 800 yıl boyunca; Emevî Valileri, Emevî Emirleri, Emevî Halifeleri, Hammûdîler, Tavâif-i Mülûk, Murâbıtîn, Muvahhidîn ve son olarak Gırnata Benî Ahmer İslam Devleti’nin hüküm sürdüğü bu topraklarda aynı zamanda Muhyiddin ibni Arabî, İbni Rüşd, İbni Bâce, Zerkâli gibi birçok âlim yetişmiştir. Ortaçağ Avrupası’nın hatta dünyanın seyrini değiştiren bu muazzam medeniyet 1492 yılında bütün kütüphaneleri yıkılıp, medeniyeti ayakta tutan bütün kitaplar yakılarak yok edilmiştir.
Döneminde Dünya'nın en önemli kütüphanelerinden biri hâline gelen Granada'daki 1 milyon cilt kitap Babü'r-Remle Meydanı'nda yakılmıştır. Rivayete göre, ünlü Fransız fizikçi Pierre Curie, aşağıdaki sözleri söylemiştir. Müslüman Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.
Endülüs’ün eğitim alanında Avrupa’ya katkıları söz konusu olduğunda bahsedilmesi gereken konuların başında kütüphaneler ve yapılan çeviri faaliyetleri gelmektedir. II. Hakem’in başkentte yaptırdığı ve Avrupa ile Afrika’nın eğitim kurumları arasında seçkin bir konumda olan Kurtuba Medresesi’nde, o dönemde bilinen dünyanın hemen her yerinden ve her dinden insanlar, öğrenim görmek için gelmişlerdir. XII. yüzyılda Müslümanların sahip olduğu bilgiye karşı duydukları bu merak yüzünden ve onlardan bu bilgiyi öğrenmek amacıyla Asya’dan, Afrika’dan ve Avrupa’dan gelen düşünürler arasında Bath’lı Adelard, Plato Tiburtinus, Chester’lı Robert ve daha niceleri vardır. Endülüslü Katolik Hıristiyanlardan olan Dominicus Gondislavi, Hugh Santalla ve Abraham ibn Ezra gibi Yahudiler Endülüs’ün İslami kurumlarında eğitim alan sayısız Avrupalıdan birkaçıdır.
Öğrenimin evrensel nitelikte oluşu, İslami medeniyetin esas parçalarından biriydi ve bilim kitlelerin hobisi haline gelmişti; fakirler de krallar da bilgi elde etmek için yaraşır bir haldeydiler. Fakat Hıristiyan Batı’da okur-yazar sayısı sınırlıydı ki, bunlar da genelde kilise sınıfından kişiler olmakla birlikte, eğitimle ilgilenenler birbirlerinden, çeşitli nedenler yüzünden oldukça ayrılmış durumdaydı. İspanya’daki Müslüman okullarının ise hemen tamamı özel nitelikteydi ve kendini eğitime adayan kişiler, aynı zamanda genellikle en dindar kişilerdi. Bu dönemde yarımadada okuyup yazma bilmeyen çok az kişi bulunmaktaydı. Bu açıdan bakıldığında İspanya, Avrupa’nın geri kalanından çok ileri bir konumdaydı. Kadınlar da eğitimden dışlanmak şöyle dursun erkeklerle aynı konularda eğitim almaktaydı ve hem edebiyat hem de bilimsel çalışmalarda öne çıkmışlardı. Diploma verilen üniversitelerden en eskisi olan el-Karaviyyîn Üniversitesi’nin 859’da Arap bir kadın olan Fatıma el-Fihri tarafından Fas’ın Fes şehrinde kurulması çoğu kişiyi ve bilim adamını şaşırtmaktadır.
Entelektüel yaşamının zirvesindeyken Cordoba’da yetmiş kütüphane bulunmaktaydı. Bağdat ve Şam gibi büyük eğitim merkezleriyle olan bağlar o dönem Hıristiyan Avrupa’da bulunmayan eski Yunan bilgilerini Endülüs’e nakletmekteydi. Bilgi ve bilimsel keşifler için sahip olunan istek, bu eserlerin sadece esas metinlerini değil bunlara Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından yapılan yorum ve araştırmaların da Arapça’ya çevrilmesini sağladı. Bu çeviriler de daha sonra Arapça konuşan Hıristiyanlar tarafından Latince’ye çevrildi ve böylece Aristotales, Plato, Öklid (Euclid) ve Batlamyus’un (Ptolemy) çalışmaları yeniden, Hıristiyan din adamlarıyla birlikte Avrupa’da tanındı. Çeviriler böylece oldukça önemli felsefi ve bilimsel eserlerle birlikte, Latin bilimini yeniden canlandırıp, Rönesans’ın temellerini attı. İber Yarımadası’nda tıp, optik, fizik, astronomi, matematik ve kimya alanında muazzam keşifler yapılırken Kuzey Avrupa, Niall Ferguson’ın Civilization, the West and the Rest (2011) adlı kitabında bahsettiği şekliyle “Kara Ölüm’ün vahşetini üzerinden atmaya çalışan, acınası bir durgunluk yuvasıydı.”
Hıristiyanlar da Müslümanların bu yapılarını kendilerine almış ve neticede Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan filozof, bilim adamı ve çevirmenlerin yaptıkları bu katkılar sayesinde Endülüs’te zengin bir kültürel çeşitlilik ve değişim meydana gelmiştir ki, yine onlar sayesinde bu birikim Avrupa’ya aktarılabilmiştir. Böylece bu gelişmenin üçüncü ve son aşaması meydana gelmiş, İslami eğitim kurumlarının birer örneği Avrupa’da da kurulmuştur. Dolayısıyla bunu müteakip Avrupa’da kurulan ilk üniversiteler Bologna (1088), Paris (1150’lerde), Oxford (1167), Cambridge (1209), Padva (1222), ve Napoli (1224) üniversiteleridir. Avrupa’da kurulan bu üniversitelere öncülük eden ve Endülüs eğitim merkezleri olan medreselerin bir tanesinin müfredatı, kendisi de Cordoba’da doğan ve V. Abdurrahman ile yakın ilişkiler kuran İbn Hazm’ın (994-1064) eğitimle alakalı bir önergesinde görülebilmektedir.
İbn Hazm eğitimin önemi üzerine araştırmalarda bulunmuş ve eğitimci rolünü çok ciddiye almıştır. Ona göre meraklı birisinden bilgiyi saklamak, bir mal varlığına sahip olmaktan daha açgözlüce bir davranıştır. İbn Hazm okuma ve yazma eğitiminin beş yaşında başlaması gerektiğini önermiş ve X. yüzyılda yaşayan bir bilim adamı olarak sıraladığım müfredatı çıkartmıştır: 1. Kur’an çalışmaları ve bunu müteakip onun anlamı üzerine değerlendirmeler. 2. Toplama, çıkartma, çarpma, bölme, kesirler ve düzlem geometrisi (bu sırayla). 3. Aritmetik. 4. Öklid’in “gökyüzündeki nesneler” üzerine olan çalışması. 5. Batlamyus’un Büyük Bileşim’i (Almagest) (bu eser süreklilik ve sınırlılık kavramlarının ne olduğunun anlaşılması için çalışılmalıdır). 6. Mantık. 7. Botanik, zooloji, jeoloji ve tıp (bu sırayla). 8. Tarih (eski toplumların yükselmesi ve düşmesinin nedenlerine vurgu yapılarak, aynı hataların tekrarlanmasını önlemek amacıyla). 9. Dini kanun. Günümüzden neredeyse bin yıl önce oluşturulan bu müfredatın şu andaki Batı/modern müfredatla sahip olduğu paralellikler dikkat çekicidir.
Endülüs, tarihi boyunca sahip olduğu politik kargaşaya rağmen, küçük bir yarımadada kalan ve birkaç yüzyıl boyunca medeniyetin ve bilimin bayrak taşıyıcılığını üstlenen, farklı din ve milletten insanın bir arada yaşayabildiği nadir örneklerden biridir.
Endülüs Devleti’nin kuruluşu, göz kamaştıran yükselişi ve hazin çöküşü dünya tarihinin önemli kırılma noktalarından biridir.
Gemileri yakan ve ardına bakmayan yiğitlerin kurduğu Endülüs Devleti, Ebu Abdullah'ın annesi Ayşe Sultan'ın dilinden “Erkekler gibi savaşmadın, şimdi sana kadınlar gibi ağlamak yakışır!” sözlerini işiten sultanların elinde yok olmuştur.
Hüzünlü boyutu bir yana, bilim ve felsefe gibi insanlığın ortak mirası olan medeniyetin tüm unsurlarını karanlık Ortaçağ Avrupası’na taşıyan Endülüs Devleti, yakıla yıkıla tüketilemeyen eserleriyle tarihin orta yerinde durmaktadır.
İsteyenler bu mirastan payını alabilir.
Selam ve Saygılarımla...
FACEBOOK YORUMLAR