İyiyi kötüden, doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırmak arınmış saf bir kalp, selim bir akıl ve basiretli bir göz sayesinde mümkün olabilir. “Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir nur(akıl) verir.” (Enfal,29)
İnsanın sınırlarını ve haddini bilmesi, toplumsal huzur açısından olmazsa olmaz bir kuraldır. Çünkü herkesin kendisini öncelediği bir toplumda kargaşa ve savaş kuralları hakimdir ve güçlü olan başkalarının ne durumda olduğuna aldırmaksızın istediğini almak için savaşmakta bir beis görmez. Kapitalizmin silahı paradır. Ne kadar çok insan hiç farkında olmadan o silaha tutsak bir halde yaşıyor. Oysa İslâm zalime karşı cesaretli davranmayı, erdemli yaşamayı, paylaşmayı, komşusu açken kendisi tok yatmamayı, sevdiği şeylerden infakta bulunmayı ve namazı, orucu ve zekatı emreder, sadakayı ve yardımlaşmayı, kardeşine ikram etmeyi, fakiri doyurup, yetimi gözetmeyi tavsiye eder.
Cesur insan ne diğerlerinin zayıflıklarından ne de çoğunluğun onayından destek alır. Onun için kendi bilinci her zaman çoğunluğu oluşturur; bu gücüyle, ona gereksinim duyanlara yardım etmeye çalışır. Öncelikle, insanların pek çoğunda cesaretlerin en önemlisi olan, insanın kendisiyle yüzleşme cesareti eksiktir. Bu yüzleşme, erdemleri ve kusurları ayırt etmek, erdemleri güçlendirmek ve kusurları yok etmek için yapılır. İnsanın, kendisiyle baş başa kalması, sahte maskeleri çıkarıp kendini olduğu gibi eksik ve kusurlarıyla kabul etme erdemini gösterebilmesi gerekir. Kendini olduğu gibi kabul ettikten sonra, insani meziyetlerini geliştirip ruhunun basamaklarında yükselebilmek için nefsinin kusurlarıyla sürekli mücadele etmeli, dünya için düşlediği herkesi iyiliğe götürecek ortak bir yaşam sistemi ve onu harekete geçirecek doğru eylem biçimi oluşturmayı hedeflemeli ve bu hedefleri gerçekleştirebilmek için sürekli ilerleme azmi ve kararlılığı gösterebilmelidir.
Kindi, Platoncu görüşten hareketle nefsin akıl gücünü aktif tutan; düşünme, iyiyi kötüden ayırma, eşyanın hakikatlerini tanıma, kapalı bilgi alanlarını araştırma gibi faaliyetleri adet haline getiren kimsenin bir bakıma Allah’a benzeme seviyesinde erdemli bir insan olacağını belirtmektedir (Kindi, 1950, s. 244). Hatta bu anlayışın İslâm’da, yaygın ifadesiyle Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma düşüncesine ve idealine zemin hazırladığını da söylemek mümkündür. Yine bir başka benzetmede Kindî nasıl ki sırlanmış bir cisim duyusal eşyanın görüntülerini aynen yansıtırsa nefs de tutkulardan sıyrılıp kirlerinden arındıkça ayna gibi sırlanıp parlar ve Allah’ın nuruyla birleşir, bütün eşyanın suretleri onda görülür ve böylece yanılgısız bilgiye ulaşılır. Ona göre insan öncelikle kendi nefsini arındırmalıdır. İnsan kendi nefsini düzeltmedikçe ilahi gerçeklere ulaşamaz. Nefs şeref sahibi olup basittir. Onun cevheri ilahidir. İnsan, iradesiyle onun kötü eğilimlerini ortadan kaldırabilir. İnsan akıl gücü sayesinde erdemi kazanır ve Allah’a yaklaşır. İnsan, gücü nispetinde Allah’a mahsus hikmet, kudret, adalet, hayır, güzellik ve hakikat gibi özellikleri kazanmaya çalışmalıdır.
Birileri de bozgunculuk yaparak, insanların yüreğine korku salmak, iyi ve doğru olanın yaygınlaşmasına engel olmak, güvenliği tehdit etmek, zayıf ve güçsüz olanların hukukunu zedelemek gibi birçok olumsuzluklarda şeytani bir misyon yüklenmeyi tercih ettiler. İnsan; bir yandan kirlenmemek için çaba harcarken, bir yandan da kirli tuzaklara ve kötülük odaklarına karşı savaş vermek zorunda kaldı. Bu zor görevi başarmak kaynağından alınmış bir ilim, cimrilikten-zulümden-kibirden-günahlardan arındırılmış bir ahlâk, cesur ve ilkeli bir duruş gerektirir. Kirlenmemiş akıl, korunmuş fıtrat ve iyiyi kötüden ayırabilme yeteneğiyle(kabiliyeti) yaşayan herkes cesaretle, bilginin ve ahlâkın arayıcıları olmalıdır. Bilgi(ilim), merak ederek araştırmaya ve doğruyu bulmaya; ahlâk, kötülükten koruyup iyi ve güzel olana yöneltir. Bireysel ve toplumsal yönetimde hikmetle ve güzel ahlâkla davrananlar; özgürlüğe ve hukuka önem verirler. Böyle bir sistemde; insanların psikolojik yapısını, aklını, ailesini, malını-mülkünü korumak kolaylaşır. Doğru bilgiye ulaşmanın yolu açılır, insanı kirleten ideolojik, geleneksel ve kültürel etkiler belirginleşir. Doğru bilgi, iyilikleri yaygınlaştıran ahlâk ve bilgi ile ahlâkın bir araya gelerek yaptığı işler; bireyleri ve toplumları güzelleştiren, ayakta tutan özelliklerdir.
Bireysel olarak iyiyi kötüden ayırmak, doğru kararlar vermek, hükmünde isabet etmek zor olsa da başarılamayacak bir meziyet değildir. Çünkü bilinç sahibi, kendini tanıyan, nefsini arındırmış, ne yapacağını bilen, hakikat yolcusunun eğriyi/doğrudan ayırabiliyor olması gerekir. Bunu nasıl başaracağı sorusu ise doğru referans kaynakları ve doğru örneklemlere başvurularak aşılabilir. Bizim örneklerimiz hakikati konuşup onun bayraktarlığını yapan tüm aydınlanmış ve getirdiği yeni değerlerler insanlığı aydınlatmış öncü insanlardır. Bunlardan kimisi peygamber, kimisi filozof, kimisi ozan, kimisi de kâmil halktan sıradan meslek sahibi gönül insanlarıdır. Öyleleri vardır ki, halkın içinde hep Hakk’ladırlar, böyleleri baş olma sevdası gütmediklerinden fazlasıyla hak ettikleri halde tanınıp bilinmeyi, tarih kaydetmediği için ne yazık ki, toplum içerisinde bilinmezler…
“Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver.” Eski bir hitit duası olarak bilinir, bu da gösteriyor ki, asırlar değişse bile insanın temel sorunları aslında değişmiyor...
10.08.2020
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası