Umut Bulut Gibi Varsa Hayat Bulur, Yoksa Buhar Olup Yok Olur Gider
Varlık ile yokluk arasındaki en ince çizgi, görünenle görünmeyenin, maddeyle mana arasındaki en kadim köprüdür umut. Ne elle tutulur, ne gözle görülür; ama insanı hayata bağlayan en güçlü zincirdir.
İnsanın iç dünyasında umut, bir varoluş gerekçesidir. Tıpkı ateşin kıvılcıma, suyun kaynağa muhtaç olduğu gibi, ruh da umuda muhtaçtır. Umut, insan aklının geleceğe dair kurduğu en asil varsayımdır: “Bir gün her şey düzelecek.” İşte bu cümleyle ayakta kalır nice beden, nice bilinç...
Hayat, umudu olan için bir ihtimal oyunudur; olmayan içinse bitmiş bir yazgı. Umut varsa, yol vardır; yoksa zaman da yol da anlamsızlaşır. Çünkü umutsuz bir insan, var olsa bile yok hükmündedir; yaşayan bir gölge, düşünen bir boşluk gibidir.
Tüm felsefi sistemler, insana bir anlam arar. Ama o anlamın motor gücü genellikle göz ardı edilir: Umut. Platon’un idealarında gökyüzüne çıkan ruhu, Nietzsche’nin “üstinsanı”, Mevlânâ’nın dönüşü... Hepsi bir umudun yankısıdır aslında. “Daha iyi bir ben”, “daha iyi bir gelecek”, “daha yüce bir hakikat”... Bunların tamamı umudun soyut tezahürleridir.
Umut varsa insan, faniliğin içinden sonsuzluk damıtabilir. Ama umut yoksa, zamanın içinde kaybolur, kendini dahi unutur. Tıpkı sabah buharlaşan bir çiğ damlası gibi, izsiz ve sessizce...
Bu nedenle derim ki:
“Umut Bulut gibi varsa hayat bulur, yoksa buhar olup yok olur gider.”
Zira umut; ne geçmişin yorgunluğuna, ne bugünün karanlığına, ne de geleceğin belirsizliğine teslim olmaz. O, her zaman bir açık kapı, bir yeni ihtimal, bir gizli anahtardır. Umut, insanın kendisini yeniden yaratma gücüdür.
Ve belki de insan, var olmakla yetinmeyip anlamlı olmak istiyorsa; yapabileceği ilk şey, içindeki umudu korumaktır.
Rafet Ulutürk
FACEBOOK YORUMLAR