Adnan Albayrak Şimşek Siyasetçi Yazar

Adnan Albayrak Şimşek Siyasetçi Yazar

Siyasetçi Yazar Adnan Albayrak Şimşek
[email protected]

" TÜRK OCAKLARI "

24 Mayıs 2024 - 11:37

TÜRK OCAKLARI Türk Derneği yerini Türk Yurdu'na, Türk Yurdu da Türk Ocağı'na bırakmıştır. Türk Ocağı, tüzüğünün 1. maddesinde belirtildiğine göre, resmen 25 mart 191 2 de kurulmuştur, ilk çalışma yeri Dîvan Yolu'nda iki küçük odalı bir yer olan derneğin kuruluş hazırlıkları ise, bu tarihten dokuz ay evvel başlamıştır. Türk Ocağı Derneği yerine ne kuruldu? Meşrutiyet Devri'nde, kuruluş sırasına göre, Türk Derneği (kasım 1908) ve Türk Yurdu (ağustos 1911) isimli ve aynı görüşleri benimseyip savunan milliyetçi derneklerin üçüncüsüdür. Türk Derneği yerini Türk Yurdu'na, Türk Yurdu da Türk Ocağı'na bırakmıştır. Kuruluş tarihi olarak 1911 ve 1912 yılı verilse de genel olarak 1912 yılında kurulduğu kabul edilmektedir. Ocağın ilk adımları Askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından 1911'de atıldığı bilgisi Yusuf Akçura tarafından paylaşılmaktadır. Kuruluş tarihi: 1912, İstanbul Kurucuları: Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Fuat Sabit Ağacık Başkan: Hamdullah Suphi Tanrıöver Genel merkezi: İstanbul Amaç: Türk kültür ve lisanını yaymak ve geliştirmek · Türkiye'nin çağdaşlaşmasını sağlamak 1912'de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'ne göre, Ocağın amacı, “Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak” idi. Kuruldugu günlerde Türk ırkı,milli terbiyesi yoktuda,milli terbiye adıyla,BATI TERBIYESİMİ?enjekte edilmek istendi,Türkcülük adı altında,diyelim ki Türklük bilinci yoktu,o tarihten bu yana Türk Ocaklarının kuruluş amacına uygun Türk terbiyesi,şu zaman içindeki,nasıl olduda,Batı terbıyesine dönüştü.Bu gunun Türküm diyeninin konuşma dilinde,Türkleşme adına arapca,farsca kelimeleri cıkararak,anlam degişikliğine giderek,onların yerine giren İngiliz,Fransız,Alman,İtalyan,Yunan kelimeleri yerleştiğine göre bu nasıl Türk dilinin kemale ermesi,İlmi calışmalar nerde,Almanlar II .Dünya savaşında bitmişken,nerdeyse yok olmuşken nasıl teknolojıde dev haline gelmiş,sanayi devrimi gercekleştirmiştir.Bizler yok giyim kuşam devrimi,yok şapka devrimi,yok alfabe devrimi ile ugraşırken millet Ay'a nasıl gitti diye sormazlar mı?Adama.Türk Ocakları olarak o tarihte ne işle meşguldünüz,Osmanlı bekası olan halkımız,ecnebicemi konuşuyordu,sizler Türkce diye Latinceden gelen bır yapıla Türkce diye bir anlayısmı cıkaardınız,gecmiş ile baglarımızın koparılması adına,yoksa içinde batıya dair olmayan lisanı yanı eski Türkceyi,beyenmeyip,Türkce diye bizlere konuşur fakat anlamaz acılımı içerisinde,bir dilmi enjekte ettiniz,Yoksa KURULUŞ Amaç ve Gayesi Türk kültür ve lisanını yaymak ve geliştirmek olan Türkiye'nin çağdaşlaşmasını sağlamak dogrultusunda,Türk lisanı yerine,ezogelin corbasına dönmüş,Batı kültürü,batı medeniyeti,olan bir Türk milletinin inşaasınamı hızmet ettiniz.?Yoksa Atatürk,sizleri Sovyet yanlısı olarak gördüde,Atatürkün CHF(chp) sine karsılık SHF (sosyalıst halk fırkası) adıyla bir partı kurarak,devirecegını hissettide o yüzden mı kapattı diye sorarlar adama. Yoksa SİZDEMİ BU HALKI KURULUŞUNUZDAN BUYANA TÜRKCÜLÜK ADI ALTINDA TÜRKCÜLÜK İLE ALDATTINIZ. Türk Ocakları, Türkçülük düşüncesi etrafında İstanbul merkezli olarak 1912'de kurulan ve 1931'de Cumhuriyet Halk Fırkası'na devredilene dek bu yönde faaliyetlerde bulunan cemiyet olarak 1931 CHF (Chp) ye katılımınızla Osmanlı Bekası Türkiye Cumhuriyetini kuran anlayışın hizmetine CHF(chp) katılım ile Türk Ocakları olarak izlerinde Kurucu anlayısınız arasında ne fark var,ne fark ortaya koydunuz bu gune kadar.Türk Türk olmaktan cıktı,Türk Türkce konuşuyoruz diye,latin alfabesinin yolunda Latinceye döndük,Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'ne göre, Ocağın amacı, “Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak oldugu degilmiydi? Osmanlı dönemi diye tabır edilen zaman içinde,Türklerin İslamla şerefyad oldugu yaklaşık 1300 yıllık İslam olgusu içerinde oluşturdu Türk İslam Medeniyeti,Türk degilmiydi,yoksa Türkcülük adıyla 1908 li yıllarda ortaya cıktıgınızda,asıl amac ve gayeniz bu milleti Batı medeniyetini,Türk Medeniyeti diye bu necip millete enjekte etmekmıydı asıl gayenız,diye sormazlar mı adama? Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Meşrutiyet döneminde iyiden iyiye görünür olan kimlik probleminde Osmanlıcılık karşıtlığı ve Türkçülük düşüncesi etrafında birleşen çevrenin Türk Derneği (1908) ve Türk Yurdu Cemiyeti (1912) ile örgütlenmesi Türk Ocakları ile devam etti. Her ne kadar siyasi alana dahil olmama gayesi güdülse bile Türkçülüğün siyasal alana evrilmesiyle ilkin İttihat ve Terakki daha sonra ise cumhuriyet ideolojisiyle program ve amaçlar belirlendi. Devlet ve devletçilik ile olan organik bağı Türk Ocakları'nın büyümesinde önemli bir rol oynadı. Ağırlıkla 1925 yılı sonrasında Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu, koruyucusu, çağdaşlaşma düşüncesi ve Türkleştirme politikalarının bir parçası oldu. 1927 yılı gücünün zirvesine giden sürecin ilk eşiği olmakla beraber kapatılmasına giden sürecin de başlangıcı oldu. Türk Ocakları bu tarihte CHF (chp)siyasetinin resmî olarak bir parçası oldu ve partinin denetimine girdi. 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın ortaya çıkışı ve içerideki gelişmeler Türk Ocakları'nın kapatılmasına giden sürecin belirleyicisi oldu. 264 şubesi, 30 binden fazla üyesi ve geniş mal ve menkul varlığıyla önemli bir sivil toplum kuruluşu olan Ocaklar, Türkiye'de tek partili dönemin sivil ve toplumsal yaşama olan müdahalesiyle kapatıldı, tüm varlığı ve üyeleriyle partiye devredildi. Peki CHF (chp) katılan Türk Ocakları ne olduda kurucu anlayısının başında olan,Atatürk, Türk Ocaklarını niçin kapattı? Cumhuriyet’in ilk mimarlarından olan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun hatıralarında bu konu şöyle anlatılmaktadır. (Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu, Anılar,Yazılar, Mektuplar, Belgeler ) adıyla, Yapı Kredi Yayınları tarafından 2008 yılında yayımlandı. Arif Hikmet Koyunoğlu yayımlanan hatıralarında, Osmanlı Devletinin son dönemleri ile Cumhuriyet ‘in ilk yıllarında şahit olduğu olayları naklederken, bazı tarihi hadiselerin arka planına da ışık tutmuştur. Bunlardan en önemlilerinden birisi de Türk Ocaklarının kapatılışına ilişkin olarak anlattıklarıdır. Türk Ocakları Türkiye'de çok partili dönemin başlamasıyla birlikte "Ocakların başbuğu" sayılan ve 1912-31 arasında aralıksız genel başkanlık görevinde bulunan Hamdullah Suphi Tanrıöver'le İstanbul merkezli olarak 1949 yılında tekrar faaliyete geçti ve devletle olan organik bağını devam ettirdi. Türk siyasi yaşamındaki muhtelif darbeler Ocakların eski gücüne kavuşmasına engel oldu. Yaşanan kesintilere rağmen "Türk Ocakları" adıyla maruf bir oluşum günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir. Türk Ocakları (1912-31) Türkçülüğün kültürel alandan siyasal alana evrilmesinde belirleyici bir rol üstlendi ve bunun için uygun bir ortam yarattı. Bu yönüyle ilk olarak İttihat ve Terakki Fırkası'nın amaçlarına dolaylı da olsa katkı sundu ancak doğrudan fırkanın denetimine girmeyerek özerk yapısını korudu. Milliyetçiliğin cumhuriyet idaresinde doğrudan devlet politikası olması ve CHF programında yer alması devlet-ocak bütünleşmesini beraberinde getirdi. Zaman içerisinde kapsamlı kültürel faaliyetleri ve halkla olan doğrudan ilişkisi, tüm güçleri tek merkezde toplamak isteyen ve bunun için olası muhalefet odaklarını yok etmeye karar veren CHF hükûmeti Türk Ocakları'nı tehdit olarak görecekti. Türk Ocakları'nın partiye devredilmesiyle CHF geniş ve hazır bir kitle örgütüne sahip olacaktı. İttihat ve Terakki ile ilişkisi Anılan dönemde ocak nizamnâmesinin dördüncü maddesinde Ocakların sadece millî ve içtimaî bir özellik taşıyacağı, siyasetle ve siyasi partilerle asla ilişiği olmayacağı maddesi bulunmaktaydı. Ancak İttihatçıların Türk Ocağı'na olan nüfuzu Ziya Gökalp ve Hüseyinzade Ali ekseninde başlayacak ve maddi imkânsızlıklar dolaylı da olsa bir ilişiği gerekli kılacak hatta İstişare Heyeti'ne giren İttihatçı isimler olacaktı. Siyasetin Ocaklar üzerindeki nüfuzuna karşı Ocakların belirli düzeyde bağımsız yapıda olması için bir iç muhalefet de bulunuyordu. Türkçülük düşüncesinin Balkan Savaşları sonrasında siyasal hale evrilmesiyle partinin yöneldiği Turan fikrî siyasetin Ocaklara olan ilgisini artırdı ve düşünülen Kafkasya hareketi öncesinde ocaklara kayıtlı subayların listesinin istenmesi gibi doğrudan temaslar gerçekleşiyordu. Hülâsa partinin Ocaklar'a olan bakışı ilkin belirli düzeyde özerklik ve Merkez-i Umumi'nin bir kültür şubesi olmasını desteklemekti ancak I. Dünya Savaşı sonrasında kendine siyasal bir rakip olarak görmeye başladı. Savaş yıllarında Gökalp ocakları bir edebiyat kulübü olması için çabalarken Tanin'in imtiyaz sahibi Hüseyin Cahit Yalçın, Enver Paşa ve Rauf Orbay gibi İttihatçılar da parasal destek sağlıyordu. 1918 Kongresi'nde parti ile ocak arasındaki ilişki organik ve doğrudan bir hal aldı. Cumhuriyet döneminde Türk Ocakları Cumhuriyetin ilanı sonrasında Türk ocakları yurt genelinde hızlı bir örgütlenme içerisine girdi. Geçmişin kritiği ve geçmiş hataların tekrar zuhur etmemesi için bu ikinci dönemde ilkine göre ocak programına ilişkin daha çetin tartışmalar yapıldı. Gökalp'in Ocaklar'ı edebi kulüp yapma eğilimi devam ederken Reşit Galip gibi isimler doğrudan halkın içinde olunması ve pratik amaçlara yönelinmesini öne sürüyordu. Galip aynı zamanda Darülfünun neredeyse ocakların merkezi de orada olmalıdır diyerek adeta ocakların düşün dünyasını etkilemek istediği kesimi belirtiyordu. Ayrıca ikinci dönemin başında Türk Yurdu'nun basımında bir kopukluk doğmuş Yeni Mecmua da bu dönemde bir süreliğine ocakların resmî yayın organı gibi işlev görmüştür. Ocakların hızlı örgütlenmesi ile Mayıs 1923'te 43 şubeye ulaşıldı. "Ocakların başbuğu" olarak anılan Hamdullah Suphi Tanrıöver'in vurguladığı programda her şubenin çalışma programı oluşturması ve üyeler için kimlik çıkartılması gibi şeyler bulunmaktadır. Çeşitli basın ve yayın organının desteği dışında yeni kurulan Türk millî devleti de maddî manevî yardımlarını esirgememektedir. Öyle ki Mustafa Kemal Zonguldak şubesine 200 liralık yardımda bulunurken Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Reisi Fevzi Çakmak ve Ferit Fahrettin Paşa da maddi yardımlarda bulunmuştur. Tanrıöver de Ocakların yeni programında temel sac ayaklarından birini, yani devrimlerin şu sözlerle açıklamaktadır: Türk ocağı dar milliyetperverlik gütmez. Ocaklı bilir ki bu müessese Şarkda Garbın temsilidir. Türk Ocağı Garpçıdır (batıcı). Kendimizi Garplı(batıcı) hissettikçe Türk kalacağız. Türklüğümüzü Avrupalı olmaya yüz tuttuğumuz zaman bildik. Yani Batı hayranlıgı ile Batılı milletlerin örf,adet,gelenek,ananesini benimseyerek Batı halkının medenıyetini kabul edersekiTürk olacagız öylemi?Şayet öyle ise,Türk Ocakları olarak Sizlerde Türk İsmi ile bu necip milleti aldattınız. Türk Ocakları yeni dönemde Türk devrimlerinin rehberliğini yüklenmek amacını güttü. İrticaya karşı mücadeleye verdiği destekteki bu rolü Sebilürreşad dergisiyle doğrudan bir çatışma ortamı yarattı. Bu gibi özelikleriyle ocaklar yeni rejimin desteğini kazandı. Mustafa Kemal İstanbul Türk Ocağı'na bir bina kuruluşu için 3500 liralık maddi yardımda bulundu. Böylece Ocak-devlet ilişkisi daha görünür hale geldi. Peki CHF (chp) ATATÜRK TÜRK OCAKLARINI, o zaman niye ,niçin kapattı? Bu konuya girmeden AL­BERT Camus, 20. yüzyıla “korku çağı” demişti. Ona göre dünyada (aslında Avrupa’da) elli sene gibi kısa bir sürede o kadar şey yaşanmıştı ki, insanların rasyonel bir şekilde düşünmeye vakitleri bile yoktu. Bütün canlı varlıklar gibi onlar da tehdit ve tehlike karşısında korkuya kapıldılar. Korkuyu siyasî bir güç olarak kullanan liderler, korku rejimleri kurdu. Böylece korku ve siyasî güç, tam da Hobbes’un siyaset tanımına uygun bir nitelik kazandı. Hobbes modern siyasetin “güç istemi” ve “ölüm korkusu” üzerine kurulu olduğunu söylemişti. Ona göre devletin yegâne amacı, insanlığın “doğal durumu”nun en derin güdüsü olan ölüm korkusuna set vurmak, onlara bu dünyada güvenlik sağlamaktı. Devlet, korkuyu üreten değil, onu ‘yöneten’ bir kurum olacaktı. Buradaki derin paradoksu görmek zor değil: Modern toplumun kurucuları, geleneksel toplumların temelsiz korkularına son vermek için mitolojiyi, hurafeleri, dini, kocakarı adetlerini rasyonellik ve bilimsellik adına reddetme yolunu seçtiklerinde korkusuz, akılcı, özgür bir toplum inşa edeceklerini düşünüyorlardı. Amerikalıların yanlış hesabının Bağdat’tan dönmesi gibi, modern dünyanın mühendisleri yanıldılar ve korkusuz bir toplum inşa etmek yerine yeni korkular ürettiler. Modern devlet bu korkuları besledi, derinleştirdi. Türkiye de modern dünyaya kendi korkularıyla girdi. Osmanlı’nın son döneminin değişmez gündemi, devleti kurtarmaktı. Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü yahut Batıcı bütün aydınların ortak paydası, her ne pahasına olursa olsun devleti kurtarmaktı. Burada devlet, payi tahtı, Osmanlı bürokrasisi ya da ordusunu değil, devletin temsil ettiği bütün değerleri, ilkeleri ve kolektif geçmişi ifade ediyordu. Osmanlı’da devlet sadece vergi toplamayı ya da sefere çıkmayı değil, aynı zamanda adaleti, barışı, asayişi, ahlaklı olmayı, ötekine saygıyı ifade ediyordu. Devleti kurtarmak, dini ve milleti kurtarmaktı. Korku çağında uygulanan siyasetin neler oldugunu anlama noktasında Cumhuriyet’in ilk mimarlarından olan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun hatıraları (Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu, Anılar,Yazılar, Mektuplar, Belgeler ) adıyla, Yapı Kredi Yayınları tarafından 2008 de Arif Hikmet Koyunoğlu yayımlanan hatıralarında, Osmanlı Devletinin son dönemleri ile Cumhuriyet ‘in ilk yıllarında şahit olduğu olayları naklederken, bazı tarihi hadiselerin arka planına da ışık tutmuştur. Bunlardan en önemlilerinden birisi de Türk Ocaklarının kapatılışına ilişkin olarak anlattıklarıdır. Atatürkün CHF(chp) sine karsılık Türk Ocaklarının Partıye dönüşmesi halinde,ortaya cıkacak olan siyasi arenada Ataturkün korkuları Türk Ocaklarının ,Yine Atatürk eliyle kapatılmasının tarihi vessikası nıteliginde olan bu hatırat,yakın Tarihimizde Türk Milliyetcılıgının,sag ve sol diye adlandıralacak ilerki yıllardaki oluşumun kıvılcımlarıydı.Bu mana ilegünümüz siyasetlerinin temeli 1880 lerden bu yana Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geciş ve geciş ile halka ragmen haldan beri olan anlayısın nasıl enjekte edildigını anlamamız noktasında buyuk bir ışık olacaktır.Lorku Cagında,korkuları gidermenın yolu daha fazla korku üretebilmekten gecmekte oldugunu görenlerin korku imparatorluklarını nasıl inşa ettiklerini daha net anlamış oluruz.Türk Ocaklarının kuruluşundan buyana siyasi ve darbe güçünü elinde bulunduranların nasıl oyuncak haline geldiğini Türk Ocakları İstanbul İl başkanlıgının 22 Haziran 2022 Tarihli İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Türk Ocakları İstanbul Şubesi'nin işbirliği ile İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu düzenlenmişti. Sempozyuma CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Cezmi Bayram ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da katılmıştı. Bu mana ile Feto Terör Yapılanmasının Türk Milliyetcıleri noktasında nereden nasıl parelel olarak girdiği,yapılandıgının net göstergesi olarak komu oyunda görülmüş,kamuoyuda buna sert bır duruş göstermesi neticesinde Cezmı Bayram görevden alınmış olmasına ragmen,Fetonun Türk Ocaklarında hala varlıgının oldugu kamuoyunda aşikardır. Arif Hikmet Koyunoğlu, 23 Nisan 1930 tarihinde Ankara’da açılan Türk Ocağı Genel Merkezi binasının mimarı olduğu gibi, aynı dönemde Türk Ocakları’nın yönetiminde de görev almıştır. Koyunoğlu’nun Türk Ocakları’nın kapatılmasına ilişkin hatıralarına geçmeden önce, Türk Ocakları’nın tarihini hatırlamakta fayda vardır. 1931 Yılında Kapatılana Kadar Türk Ocakları 1911 yılında 190 Tıbbiye talebesi bir beyanname imzalayarak dönemin önde gelen münevverlerine gönderirler. Bu beyannamede, Türk kavminin “hayat-ı inkıraz yaşadığı”, kendilerinin bu duruma selefleri gibi lakayt kalamayacakları açıklandıktan sonra, muhataplarını “Nesl-i müstakbel temiz, miskinliği günah, faaliyeti ibadet bilen, müteşebbis kuvvetli ve servet sahibi” bir millet meydana getirmek için “ilmi ve fiili işbirliğine” davet etmişlerdir. Mehmet Emin, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Ferit, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik, Fuat Sabit gibi devrin önemli münevverleri bu daveti kabul etmişler ve öğrenci temsilcileri ile 20 Haziran 1327 (3 Temmuz 1911) tarihinde, Ağaoğlu’nun evinde bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda “milliyet esâsına müstenid” bir derneğin kurulmasına ve “Türk Ocağı” adı altında faaliyete geçirilmesine karar verilmiş, Cemiyetin resmi kuruluşu 9 Mart 1328 (22 Mart 1912)’de gerçekleşmiştir. Bu beyannamenin yayınlandığı dönem, hakikaten bir inkıraz dönemidir. Müslim ve Gayr-i Müslim tebaanın bir arada tutulmasını hedefleyen “İttihad-ı anasır” politikası çökmüş, bu politikanın arkasından, hiç değilse Müslüman unsurların aynı çatı altında bir arada yaşamasını öngören “Osmanlıcılık” politikası da fazla umut vaad etmemektedir. Bu dönemde Türkçülük hareketi, ayrılıkçı hareketlere tepki olarak doğmuştur. Türkçülük hareketinin gelişmesinde, Çarlık Rusyası’na karşı mücadele edip, memleketlerini terk etmek zorunda kalan Kırım’lı, Kazan’lı ve Azerbaycanlı aydınlar çok önemli katkılar sağlamıştır. Kurulduğu tarihten itibaren Türk tarihi ve dili, Türk Ocakları’nın ağırlıklı ilgi alanını teşkil etmiştir. Cemiyetin kuruluş nizamnamesinde siyasetle uğraşmamak temel esaslardan sayılmakla birlikte, şartların zorlamasıyla, Cemiyet hiçbir zaman siyasetin dışında kalamamıştır. Türk Ocakları mensupları, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, gerek işgalci kuvvetlere, gerekse Osmanlı hükümetine karşı tavır almışlar, bir kısmı Anadolu’ya geçerek milli mücadeleye bizzat iştirak etmişlerdir. Bu siyasi tavırları dolayısıyla, Türk Ocakları Genel Merkezi işgal kuvvetleri tarafından ilk basılan ve kapatılan yerlerden biri olmuştur. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra, Türk Ocakları, bütün Türkiye’de yeni baştan teşkilatlanmıştır. 1922 yılında başlayan teşkilatlanma çalışmaları neticesinde, 1931 yılında şube sayısı 278’e ve üye sayısı 32.000’e ulaşmıştır. Bu dönemde Türk Ocakları, Cumhuriyet’in fikir, kültür ve düşünce politikasını halka yayma vasıtası olarak devlet tarafından desteklenmiştir. Nitekim, Bakanlar Kurulu'nun 02 Aralık 1924 tarihli toplantısında, Türk Ocaklarının “on iki senedir halkçılık ve milliyetçilik düsturlarını memleketin en uzak köşelerinde neşir ve tamime çalıştığı” belirtilerek kamu yararına çalışan bir dernek olduğu kabul edilmiş, 01 Nisan 1925 yılında toplanan Bakanlar Kurulu, “Türk gençliğinin fikir ve seciyesinin inkişafına ve milli benliğinin tebellürüne hadim olan Türk Ocakları” na ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Türkiye’den ayrılan Ermenilere ve mübadil Rumlara ait gayrimenkulleri tahsis etmiştir. Ayrıca, Bakanlar Kurulunun 03 Mayıs 1925 tarihli toplantısında, "Harsi ve medeni inkişafımıza başlıca avamilden addolunan Türk Ocakları’nın vazifelerinde muvaffak olmalarını temine çalışmak hükümetin siyaseti icabatındandır" denilerek, Türk Ocakları’na yardım edilmesi kararlaştırılmıştır. 1927 yılında toplanan Türk Ocakları 4’üncü Kurultay’ında, Türk Ocakları Yasası’nda değişiklik yapılmış ve Yasanın 3’üncü maddesine, “Cumhuriyet, milliyet, muasır medeniyet ve halkçılık mefkûrelerini takip eden Türk Ocağı, bu mefkûreleri tahakkuk ettirmekte olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile devlet siyasetinde beraberdir.” ibaresi konularak, Ocak CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) nin yan örgütü haline getirilmiştir. Ancak, 1930 yılında yaşanan Serbest Fırka tecrübesinden sonra, Türk Ocakları CHF iktidarının gözünden düşmeye başlamıştır. Belediye seçimlerine giren SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası)’ ye halkın umulandan daha fazla teveccüh göstermesi, hem bu partiyi kurduran Mustafa Kemal’i, hem de CHF yönetimini kaygılandırmış, neticede bu demokratikleşme denemesi SCF’nin kapatılması ile sonuçlanmıştır. Serbest Fırka hadisesinden sonra Gazi bir heyet oluşturarak uzun bir yurt gezisine çıkmış, bu gezide halkın CHF’ye duyduğu kızgınlığın sebebini ve çözüm yollarını araştırmıştır. Mustafa Kemal, gittiği yerlerde Türk Ocakları’nı da ziyaret ediyor, burada yaptığı konuşmalarda Ocakların CHF ile birlikte çalışmalarını istiyordu. Mesela, 04.02.1931 ‘de Aydın Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada, “Türk Ocakları Halk Fırkası’nın hars şubesidir.” diyordu. Aslında Gazi bu ziyaretlerinde, Türk Ocaklarının Cumhuriyet Halk Fırkası ile birlikte hareket etmediğini tespit etmişti. Cemiyet, 1927’de Türk Ocağı Yasası’nda yapılan değişiklikle kendisine verilen vazifeyi gereğince yerine getirmiyordu. Bu kanaat, Türk Ocakları’nın kapatılma sürecini başlatmıştı. Gazi’nin kafasında, Halk Fırkası’nın hars şubesi olarak çalışacak yeni yapı, “Halk Evleri” olarak şekillenmişti. 1931 yılının Mart ayında, muhtelif gazetelerde yayımlanan haber ve yorumlarda, Türk Ocakları’nın kapatılarak CHF’ye katılacağı hususları işleniyordu. Hatta Falih Rıfkı Hâkimiyet-i Milliye’deki yazısında, Türk Ocaklarının oy potansiyeli olan gizli bir parti niteliğinde olduğundan, ileride ikinci bir SCF örneği olabileceği ihtimalinden bahsediyordu. Nihayet, 25 Mart 1931 tarihli gazetelerde yayımlanan açıklamasında Atatürk; “Türk ocaklarının yeni esasları siyasî ve tatbiki sahada tahakkuk ettiren fırkamla ve bütün mânâsiyle yekvücut olarak çalışmalarını münasip gördüm. Bu kararım ise, milli müessese hakkında duyduğum itimat ve emniyetin ifadesidir. Ayni cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.” diyerek kapatma talimatını vermişti. 10 Nisan 1931 tarihinde yapılan Türk Ocakları’nın son olağanüstü kurultayında; Türk Ocakları Cemiyeti’nin feshine, bu cemiyetin haiz olduğu bütün hakların, bütün vecibeleri ile birlikte CHF’ na devrine karar verilmiştir. Türk Ocakları’nın yerini alan halkevleri, CHP’ye devredilen ocak binalarında ve ocaklıların imkânları ile faaliyetlerini sürdürmüştür. CHF’nın alt kolları gibi çalışan halkevleri, 8 Ağustos 1951’de 5830 numaralı kanunla kapatılınca, kullandıkları binalar hazineye devredilmiştir. Türk Ocakları‘nın fesih gerekçelerini SSCB’nin baskılarına bağlayanlar da vardır. Bu düşüncede olanlara göre, 1930–1931 yıllarında Rusya’nın Ankara Büyükelçisi, Ocakların Rusya’daki Türklerle fazla ilgilenmesinden duyduğu endişeyi Hariciye Vekili Tevfik Rüştü’ye bildirerek tedbir alınmasını istemiştir. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Hatıralarında Türk Ocakları’nın Kapatılması Hadisesi Arif Hikmet Bey, Türk Ocağı’nın kapatılması öncesinde ve sonrasında şahidi olduğu olayları hatıratında aşağıdaki gibi anlatmaktadır. “Türk Ocağı açılmıştı. Bu benim amacıma uygun bir teşekküldü. Türklüğün yükselmesi, bu aziz milletin bütün anlamıyla yüksek bir seviyeye ulaşması için çaba sarf eden bu hayırlı cemiyet benim çalışmalarım için de ideal bir yer olacaktı. Ben de ona katıldım ve kendi alanımda, ocak büyüklerinin de teşvikiyle senelerce çalıştım. Ocak’ın asıl beğendiğim hali, onun hiçbir siyasi teşekkülle alakadar olmaması, yalnız ilm ü irfan sahasında ve hiçbir tesir altında kalmayarak çalışması idi. İlmi, fenni, edebi konferanslar; lisan, musıki dersleri verilirdi ve büyük kitaplığımızda yüzlerce genç istedikleri gibi serbestçe çalışırlardı. Milletçe sevilen bu müessese günden güne üremekte idi. Bütün azaları münevver ve memleketlerinin sevilmiş adamları idi. Ocak’ın merkez binasını yapmak da bana nasip olmuştu. Ankara’da henüz inşaatını bitirmek üzere olduğum Maarif Vekaleti ve Etnoğrafya Müzesi binalarından sonra bu mühim eseri yapmak da bana nasip olduğundan çok sevinçliyim. Ne ise, ben inşaata devam ederken Ocak hakkında bazı kımıldamalara şahit oldum. O zaman Keçiören devletin birçok büyüklerinin oturdukları bir yerdi. Hepsinin burada evleri vardı. Hatırımda kalanları yazıyorum: Hamdullah Suphi, Ağaoğlu Ahmed, Süreyya, Recep Peker, Yusuf Akçura, Kazım Özalp… Sıra ile evlerimizde toplanır, konuşur, dertleşir ve güzel saatler geçirirdik. Bu toplantılarımıza Atatürk de muntazam katılırdı. Bir akşam Hamdullah Suphi’nin köşkünde toplanmıştık. Söz Türk Ocaklarına gelmişti. Atatürk ani olarak Hamdullah’a sordu: “ Kaç Ocak şubesi ve ne kadar azası var? “ Ben Merkez Heyetinde aza olup bu işlerle uğraştığım için Hamdullah yüzüme sorar gibi bakmıştı. Söze başladım ve “ 276 şubemiz ve 32 bin üyemiz var, Paşam , “ dedim. Paşa hayret eder gibi biraz düşündü ve: “O kadar çaba sarf ettiğimiz halde bizim Halk Fıkrası’nın bütün üyesi ancak 4 bin kadar. Korkarım, siz hükümete bir beyanname vererek siyasi bir hale geçerseniz, bizim parti ortadan siliniverir.” Hamdullah cevap verdi: “ Paşam, Ocak’ımız siyasetle alakadar değildir. O, bilim, hars ocağıdır. Bizim yegâne amacımız milletimizin medeni sahada yükselmesidir. Biz Ocak duvarları arasında siyasete ait tek bir kelime konuşmayız ve bundan başka bir emelimiz yoktur. “ Bu sözlerden sonra başka konulara girildi ve bu akşam toplantımızda böyle ve biraz düşündürücü olarak sona erdi. Türk Ocakları merkez binasının inşaatı bitmiş gibi idi. Yalnız, yapılmasını çok istediğimiz bir misafir salonunun tezyinatı kalmıştı. Salona iskele kurmuş ve işe başlamıştım. Yerlerin boya ile kirlenmemesi için iskelenin üstünü yan yana tahtalarla kapatmıştım. Ben çalışırken salondan içeri birkaç kişi girdi. Onlar beni görmüyorlardı, fakat tahtaların aralığından onları görüyordum. Bunlar Recep Peker, Saffet Bey ve diğer Halk Fırkalı arkadaşları idi. Aralarında konuşarak bizim binayı paylaşıyorlardı. Karşıdaki oda riyaset, yanındaki umumi katip, son büyükçe oda müfettişlerin olur, diye konuşuyorlardı. Çıkıp gittiler. Ben de üzülerek işime devam ettim. Akşam üzeri Hamdullah Bey gelmişti. Anlattım ve “ Korkarım biz, severek, bin bir güçlükle ortaya çıkardığımız binamızdan atılacağız,” dedim. Hamdullah Bey üzülerek beni teselli etti. “ Korkma, böyle bir şey olamaz. “ dedi. Binayı tamamen bitirmiştik. Severek yaptığım el işlerimin bir katalogu gibi her an gözlerimin önünde beliren bu salonu güzelce döşedik. Binanın açılış merasimi yapıldı. İskele üzerinden konuşmalarını dinlediğim zevat kahvelerini içtiler. İşin iç yüzünü bilmeyen arkadaşlar da çok sevinçli idiler, beni tebrik ediyorlardı. Bense başımıza gelecekleri düşünerek çok üzülüyordum. Bu halimi gören arkadaşlardan Hasan Ferit Bey yanıma gelmiş ve “ Hikmet, hasta mısın? Çok durgun bir halin var! “ demişti. Biraz daha zaman geçti. Türk Ocakları’nın Halk Fırkası’yla birleşmesi istenmişti. Türk Ocakları bu teklifi kabul etmemişti. Nihayet 10 Nisan 1931 tarihinde fevkalade kurultay toplanmasına zaruret hâsıl olmuştu. Fakat nizamname hükümlerine uygun bir şekilde bütün Ocak şubelerine tamim yapılamadığı için şube delegelerinin birçoğu kurultaya iştirak edememiş, ancak Ankara’da bulunan Ocak’lı mebuslar Ocak şubelerini temsil etmek suretiyle kurultay toplanmıştı. Kurultayda seçilen hususi bir encümenin Türk Ocakları’nın kapanması ve Halk Fırkası ile mezcedilmesi hususunda verdikleri rapor aynen kabul edilmiş ve Ocakların binalarına, eşyalarına, kitaplarına, antika koleksiyonlarına, hâsılı her şeyine Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından el konulmuştu. O günlerde Halk Fırkası büyükleri Ocakların amansız bir düşmanı halini almışlardı. Onlara her fenalığı yapıyorlardı. Benim gibi memur olmayan kimselerin de her fırsatta işlerini baltalıyorlardı. Onlar karşılarında herkesin boyun eğmesini, zelil bir biçimde yalvarmalarını istiyorlardı. Bunu yapacak bir yaradılışta değildim. Artık yaptığım birçok işlerden alacaklarımı alamayacağımı anlayarak bir yere başvurmak istemedim. Talihimin açacağı yeni yollardan ilerlemek için, hiçbir şey düşünmeden yeniden çalışmaya başladım ve bugüne kadar geldim. İlerisini kadere bırakıyorum. Burada sebebini yazmıyorum. Devlet, Türk Ocakları’nın kapatılmasını istemiş ve “ Bir kongre yaparak kendiniz fesih kararı alınız! “ diye emir vermişti. Ocakların bütün binaları, eşyaları, her şeyi hükümete (aslında Cumhuriyet Halk Partisine ) geçmişti. Benim yirmi bin lira kadar alacağım vardı. Ben Ocak’tan proje ve nezaret ücreti paramın çok azını almıştım. Gayem, işin sonunda elime toplu bir para geçmesi ve bununla Avrupa’ya giderek bir müddet mimari etütler yapmamı temin içindi. Bu vaziyet karşısında hangi makama başvurdumsa bir cevap bile alamadım. Cumhuriyet Halk Partisi’ne müracaat ettim, “Yaptığım binanın bugün sahibi sizsiniz, paramı verin, “ dedim, aldırmadılar. En son müracaatıma fırka katib-i umumisi Recep Peker beyin gönderdiği mektubu hazin bir hatıra olarak saklıyorum (Belge 39 ). Nihayet hakkım olan ve bütün kuvvetimle gece gündüz çalışarak ve muvaffak olarak yaptığım bu eserimin parasını da alamayınca yine bir sıkıntı devresi başlamıştı. (shf. 272–274) Türk Ocakları, 18 yıllık fasıladan sonra, 10 Mayıs 1949 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından yeniden açılacak, ancak mal varlıklarının iadesi bir daha mümkün olmayacaktır. Selam ve Dua ile,Kardeşiniz Adnan Albayrak Şimşek

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum